Bu Blogda Ara

11 Ekim 2016 Salı

DENİZ GEZMİŞ BİR HALK KAHRAMANI MIDIR?

DENİZ GEZMİŞ BİR HALK KAHRAMANI MIDIR?

İnsanlara bir türlü anlatamadık gitti: Terörün dini, imanı, dinlisi, dinsizi, sağcısı, solcusu, komünisti, sosyalisti, faşisti, ırkçısı, ırklısı, ırksızı, şucusu, bucusu olmaz. Terörün hepsi aynı kapıya çıkar, hepsi aynı halttır. PKK neyse Taliban odur, ASALA neyse IRA odur, ETA neyse Taliban odur, Hizbullah neyse THKO odur, liste uzayıp gider. Hiçbirinin aslında diğerinden bir farkı yoktur.

Apo denen herif Deniz Gezmiş'in hayranı değil miydi? Deniz Gezmiş'in en yakın adamlarından biri olan Ömer Ayna, en ateşli Apoculardan olan Emine Ayna'nın eğiticisi ve çok yakın akrabası değil miydi? Deniz Gezmiş yasadışı silahlı örgüt kurup güvenlik güçleriyle çatışmaya girmedi mi? Deniz Gezmiş kurduğu yasadışı örgüte (terör örgütü) finans sağlamak için soygun ve gasp yapmadı mı? PKK'nın siyasi uzantısı olan BDP'nin sözde vekilleri her sene Deniz Gezmiş'i anmıyorlar mı? DAHA SAYAYIM MI?

Kürtlerin çoğunluğu PKK'nın terörist olduğunu kabul etmezler (en azından benim bir şekilde tanıdığım çoğu Kürt, PKK'ya bir türlü "terör örgütü" diyemiyor). İslam adı altında din tüccarlığı ve din siyaseti yapan tipler de okul basıp çoluk çocuğu kurşuna dizen Çeçen teröristlerin terörist olduklarını kabul etmezler. Sosyalist geçinenlerin çoğu da Marksist/Leninist çıkışlı olan THKO ve buna benzer terör örgütlerinin terörist olduklarını kabul etmezler.

Sosyalisti, İslamcısı, şucusu, bucusu, insanlığı hiç kimselere bırakmayıp ve hümanizm hakkında bol keseden sallayıp kendi dünya görüşlerine yakın olan terör odaklarını kahraman ilan ediyorlar. Buna karşılık, hümanizm denen saçmalıkla uzaktan veya yakından ilgisi olmayan ve üstelik ırkçı olan benim gibi insanların bu kaypaklığa karşı çıkıyorlar. Bir yanda terör odaklarını masum ve kahraman gibi göstermeye çalışan hümanistler, öte yanda terörün her türlüsünü lanetleyen ırkçılar... Şimdi soruyorum: Bu ne iştir?

Deniz Gezmiş'in Amerikan emperyalizmine karşı olduğu söyleniyor. Doğrudur. Deniz Gezmiş Amerikan emperyalizmine karşıdır. Bizler de Amerikan emperyalizmine karşıyız. Ancak; Deniz Gezmiş Amerikan emperyalizmine (KAPİTALİZM) karşıyken Rus emperyalizmini (KOMÜNİZM) savunmuştur. Dolayısıyla Deniz Gezmiş bir emperyalizm karşıtı değildir. Eğer emperyalizm karşıtı olsaydı, adı emperyalizm olan her şeye karşı çıkması gerekirdi.

Bizler Amerikan emperyalizmine de karşıyız, Rus emperyalizmine de karşıyız. Buna ilaveten, Arap emperyalizmine de karşıyız (İslam adı altında dikte edilen Arap/Emevi gelenek görenekleri, türban, cübbe, kara çarşaf, cemaat, tarikat vesaire).

Amerika'nın 6. Filosuna taş atmış... Doğrudur, yapmıştır. İyi de yapmıştır. Buradan yola çıkarak Deniz Gezmiş'i savunanlar ve ona "kahraman, vatansever" diyenler onun ve ekibinin Türk askerine neden ateş açtığını da kendilerine sormalıdırlar. Amerikan askerlerine taş atan Deniz Gezmiş ve ekibi, Türk askeriyle silahlı çatışmaya girmişlerdir.

Deniz Gezmiş'in eylemlerini düşünürsek, eylemlerinin bariz bir şekilde terör eylemi olduğunu görürüz. Silahlı örgüt kurmak, güvenlik güçleriyle silahlı çatışmaya girmek, örgütüne para sağlamak için soygun yapmak, adam yaralamak, gasp yapmak, tüm bunları organize bir şekilde yapmak bariz bir şekilde terör eylemine girmektedir.

Deniz Gezmiş'in bugün en ateşli savunucularının PKK başta olmak üzere çeşitli terör örgütlerinin sempatizanlarının ve temsilcilerinin olduğunu düşünürsek, durum daha da netleşecektir.

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının bazı eylemleri:

    29.12.1970'te Ankara Kavaklıdere'deki polis noktasını kurşunlayarak görevli polis memurlarını yaraladılar.
    11.01.1971'de İşbankası'nın ankara Emek Şubesini silah tehditiyle soydular.
    Bu olaylardan sonra gizlendikleri yerde görevli olan avukat, icra memuru, polis, kapıcı, şöför, çilingiri bağlayarak kaçtılar.
    15.02.1971'de ABD'li bir eri kaçırdılar.
    04.03.1971'de ABD'li 4 çavuşu kaçırdılar.
    27.02.1971'de silah tehditiyle ODTÜ'de görevli bir kişinin arabasını çaldılar.
    Daha sonra Nurhak Dağlarında kır gerillası eyleminde bulunmak amacıyla Ankara'dan ayrıldılar.
    16.03.1971'de Sivas'ın Şarkışla ilçesinde güvenlik kuvvetleriyle silahlı çatışmaya girdiler.
    Zorla evine girdikleri bir astsubayın eşini tabancayla yaraladılar. Silahla tehdit ettikleri astsubayı da yanlarına alarak bir jiple kaçtılar daha sonra Gemerek ilçesine kadar yol boyunca güvenlik güçleriyle silahlı çatışmaya girdiler.

THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu):

Deniz Gezmiş'in kurduğu örgüt THKO bir terör örgütüdür. İlk silahlı eylemini 29 Aralık 1970 tarihinde gerçekleştiren Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu, bütün bir 12 Mart yarı-askeri dönem boyunca varlığını sürdürdü. Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) ile birlikte sözkonusu döneme damgasını vurdu. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarını önlemek için gerçekleştirdikleri ortak eylemin sonucu olarak THKP-C'den 8, THKO'dan 2 militanın Kızıldere'de öldürülmeleri, Silahlı Devrim Cephesi kavramının yerleşmesini ve siper kardeşliği-yoldaşlığı kavramının ortaya çıkmasını sağladı.

Deniz Gezmiş'in arkadaşlarından Ömer Ayna'nın çok yakın akrabası olan Emine Ayna, şu anda BDP'nin (yani PKK'nın siyasi uzantısından) vekillerindendir (Ömer Ayna'nın yetiştirdiği militanlardandır aynı zamanda).

Apo ve Deniz Gezmiş:

Apo'nun biyografisinden bir bölüme baktığımızda, Deniz Gezmiş'in PKK'lılarla ilişkisini daha iyi anlarız.

Apo'nun hayatında Deniz Gezmiş'in yeri: Diyarbakır'daki görevinden, Bakırköy Tapulama Müdürlüğü'ne atanıp İstanbul'a geldi. 1971 yılında da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kayıt yaptırdı. Öcalan aynı yıl Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne yatay geçiş yaptı. 12 Mart 1971 muhtırasının ardından, Mahir Çayan'ın öldürülmesi ve Deniz Gezmiş'in tutuklanması üzerine okulda başlayan boykot eylemlerine o da katıldı, sol yumruğunu havaya kaldırıp, "Bağımsız Türkiye" diye bağıranlardan biri de oydu. 8 Nisan 1972'de gözaltına alındı, Mamak Askeri Ceza Evi'ne konuldu. Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nce üç ay hapis cezasına çarptırıldı, davanın sonuçlandığı tarihe kadar yaklaşık yedi ay ceza evinde yattı. 1970’li yıllarda Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamlarını protesto için Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yapılan “boykot eylemleri”nin öncülerinden biri olması sebebiyle güvenlik birimlerinin yakın takibindeydi. Bu eylemler üzerine kısa süreli olarak gözaltına da alınan Öcalan, Güneydoğu kökenli bir isim olması ve sivrilmesi sebebiyle, sürekli olarak MİT tarafından kontrol altına alınmak istendiği hezeyanı ile yaşadı. Uğur Mumcu’nun Kürt Dosyası kitabında ayrıntılı olarak işlediği, Öcalan’ın da Mahir Sayın ile yaptığı konuşmaları içeren Erkeği Öldürmek kitabında anlattığı Kesire Öcalan ve Pilot Necati (Necati Kaya) olayları bu hezeyanın başlangıcını oluşturuyor.

Videoları izleyin, Deniz Gezmiş denen eşkıyayı seven, sevgiyle anan, örnek alan, örnek gösteren herkes bu PKK'lıylarla aynı duygu ve düşünceleri paylaşmaktadır:




Deniz Gezmiş, PKK'lıların en çok saygı duyduğu birkaç kişiden biridir. Aşağıdaki haber bağlantılarına bakmanız yeterlidir.

http://www.haberturk.com/yasam/haber/44781-dtpli-baydemir-deniz-gezmisi-ornek-gosterdi

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=876488&Date=27.04.2011&CategoryID=78

Hep söyledik, yine söylüyoruz: Terörün sağcısı, solcusu, ırkçısı, ırkı, milliyeti, dini, dinlisi, dinsizi, Müslümanı, Hıristiyani, Musevisi, Türkü, İngilizi, Yunanı, Ermenisi, Kürdü, Arabı, İtalyanı, Almanı, Rusu, Çeçeni, komünisti, sosyalisti, faşisti, şucusu, bucusu olmaz. Terör bir insanlık suçudur. PKK, ASALA, Taşnak, Hınçak, ETA, IRA, THKO, DHKPC, İBDAC, Hizbullah, Taliban, Çeçen militanlar; hepsi aynı kapıya çıkar.

Tüm bunlara rağmen, yani bunları bile bile Deniz Gezmiş'i savunuyorsanız gerçeklerden haberdar olmayan birisinizdir veya bile bile bir teröristin savunuculuğunu yapıyorsunuz demektir. Bunun bir başka izahı yoktur.


9 Ekim 2016 Pazar

ÜLKÜCÜLÜK VE TÜRKÇÜLÜK AYNI ŞEYLER MİDİR?

ÜLKÜCÜLÜK VE TÜRKÇÜLÜK AYNI ŞEYLER MİDİR?

Ülkücülük ve Türkçülük birbirine benzeseler de birbirinden farklı kavramlardır.

Ülkücüler Türk İslamcıdır. Yani Türk olmayan unsurları (Kürt, Pomak, Çeçen, Arap gibi) Müslüman oldukları için kardeş ilan ederler ve onları Turanlı olarak kabul ederler. Türk olup Müslüman olmayan Macar, Çuvaş, Gagavuz, Moğol ve hatta Kırgız, Özbek, Kazak soyundan olanları ise düşman bellerler. Türbanı savunurlar. Arap gibi ibadet ederler, Arap gibi giyinirler, Arap gibi yaşarlar. Türklükle ilgisi olmayan Arvasi gibi Arapları akıl hocası olarak görüp başbuğ kavramıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan Türkeş'i başbuğ diye yutturmaya çalışırlar. Yani düpedüz İslamcıdırlar.

Türkçüler ise Atatürk'ü son başbuğ, Atsız Ata'yı yolbaşçı bilirler. Hangi dinin mensubu olursa olsun Türk soyundan gelen Macar, Çuvaş, Gagavuz, Moğol, Tatar, Türkmen, Kırgız, Özbek, Kazak olanları kardeş bilirler. Türkçülüğe inanırlar, en ufak bir ödün vermezler.

Ülkücülük ve Türkçülüğün birbirinden tamamen farklı olduğunu, Türkçülüğün ülkemizdeki yolbaşçısı olan Atsız Ata'nın yazılarında da görebilmiriz.

ATSIZ - "Ne Yaptığını Bilmeyenler" makalesinden:

Aynı madalyonun öteki yüzündeki manzara da daha az acıklı değildir: 28 Mayıs günü Ankara'da öldürülen Ali Balseven'in başına gelen iş yine sosyal hastalıklara karşı aşısız bir güruhun marifetidir: 1948 Maraş doğumlu olup sıkıntılı bir hayat mücadelesinden sonra Ankara Ziraat Fakültesine giren ve gözü pek, katıksız Türkçü bir genç olan Ali Balseven milliyetçi partidir diye MHP ye girip bu partiden, Türkçü olmadığı kesinlikle anlaşıldıktan sonra çıktığı için üstüne çektiği düşmanlıklar sebebiyle ve kahpece öldürülmüştür.

Balseven'i öldürenler bir kere nâmert insanlardır. Mert olsalardı silâhsız bir kişinin üzerine silâhlı birkaç kişiyle saldırmaz, görülecek hesapları varsa onu eşit şartlarda erkekçe vuruşmaya çağırırlardı. Sonra bunlar kuş beyinli yaratıklardır. Bu davranışın kendilerine bir şey kazandırmayıp çok şey kaybettireceği, Balseven gibi düşünenlere ise çok şey kazandıracağını düşünememişlerdir. Onlara hatırlatalım: Türkçülük kolay iş değildir.

ATSIZ - "Veda" makalesinden:

Türkçülüğü gösteriş vasıtası diye kullanan, fakat er meydanında kahpeleşenleri biz 1944–1945 Dâvası'nda bizzat gördük. Bir iman ve irade işi olan Türkçülüğün içinde imanı zayıf, karakteri çürük olanların işi yoktur. Türkçülük kemiyet değil, keyfiyet işidir. Az fakat öz kimselerden mürekkep bir Türkçü teşkilât sıkı bir disiplin altında çalışmak şartıyla ırkımızı terakkinin doruğuna ulaştırabilir.

Atsız Ata'nın yukarıdaki yazılarından da belli olduğu üzere; bazılarının "başbuğ" bellediği (ama başbuğlukla hiçbir ilgisi olmayan) Türkeş, Atsız'a ihanet etmiştir.Türkçülük fikriyatına daha sonraları oy kaygısı nedeniyle İslamcılığı bulaştırmış ve adına "Türk-İslam sentezi" dedikleri şeyi icat etmiştir. Türk-İslam sentezinin Türkçülükle hiçbir ilgisi yoktur. Ülkemizdeki Turan kökenli (Türkmen, Tatar, Yörük, Mavan, Nogay, Karapapak vesaire) nice insanın özbeöz Türk olmalarına rağmen Türkçülük fikriyatına mesafeli olmalarının tek nedeni Türkeş'in Türkçü görünümlü İslamcı politikalarıdır. Türk olmayanlar bile Türklüğe bu kadar zarar vermemişlerdir.

MHP ile Türkçüler arasındaki ayrılma, 1944 Türkçülük Turancılık davası yargılamalarında Türkeş'in, Atsız Ata'yı satması yarı yolda bırakması, diğer bir deyişle ihanet etmesinden sonra ve 1969 Adana Kongresinde CKMP'nin isim ve amblem değişikliği konusunda ikiliklerle birlikte başlamıştır.

MHP içindeki İslamcı kanadın üç hilal olmasını istedikleri amblemi karsılarındaki Türkçü kesimin Bozkurt olarak istemesi ile beraber ilk görüş ayrılığı kendini göstermistir.

Bu arada parti içinde yapılan görüşmelerde Rıfat Baykal ve Muzaffer Özdağ, Bozkurt ambleminden yana tavır koyarak MHP içindeki İslamcı akımdan yana olan başta Yüksel Serdengeçti, Dündar Taşer, Faruk Akkulah, Hüseyin Üzmez gibi partililere karşı taraf olmuşlardı.

Kongre esnasında serdengeçtinin ''Biz Osmanlı torunlarıyız, Üç Hilalin amblem olması gerekir!''sözü CKMP'nin büyük bölümünde destek bulmuştur.

İstanbul Türkçüler Derneği ve üniversiteli Türkçüler buna şiddetle karşı çıkarak Bozkurt ambleminin kabulünü istemekteydiler. Parti içinde ise asker kökenliler, Atsız Ata'nın izinden gidenler yine aynı görüşün paylaşımcıları oldular.

CKMP'nin kurultayında Türkçüler ile hilalciler arasında gerginlikler oluşmaktaydı, Türkçüler gösteriler yaparak amblem konusunda taviz vermediler.

Türkçü gruba destek veren Rıfat Baykal, Muzaffer Özdağ ile beraber Abdulhaluk Çay, Niyazi Adıgüzel, Ufuk Şehri, Mustafa Ok, Kürşat Özkan gibi önemli kişiler vardı.

Kurultay divanı parti ismini "Milliyetci Hareket", amblemini Üç Hilal olarak değiştirmiştir. Bunun üzerine kurultayda karışıklıklar ve sertlikler meydana gelmiştir. MHP içinde Türkçü kesime karşı düşmanca tavır kongrede Türkçüleri destekleyen divan başkanı Orhan Kaleli'nin görevinden alınmasıyla aleni bir hal almıştır.

Kongreden sonra Türkçüler aralarında toplantı düzenleyerek kongreyi tartışmışlardır. Sonuç olarak MHP'nin Türkçülükle bağdaşmadığını İslamcı bir hal aldığını ve MHP ile yolların ayrılması gerektiği kararına varmışlardır. Lider, teşkilat, doktrin anlayışı ön planda olan fikir ve kadro anlayışının geri plana atıldığı Türkçülükten uzak sentezci, ümmetçi bir parti ile Türkçü, laik kesim tamamen yollarını ayırmıştır. 1969 Adana Kongresi ile beraber MHP içindeki Türkçülüğü reddeden, sentezci ve ümmetçi fikrin hakimiyeti adana kongresinde çok bariz örneklerle su üstüne çıkmıştır.

İlk olarak dönemin Adana İl Başkanı Faruk Akkulah'ın konuşmasında MHP'nin mantığını açıklayan bir bölüm budur: ''Partimiz ben Türk'üm diyen ve kendini Türk sayan her insanı Türk kabul eder ve ırkçılığı tamamıyla reddeder. Biz milleti kanda değil, kültür ve ideal birliğinde arıyoruz."

İkinci olarak kongrede Sadi Somuncuoğlu ve Kamil Turan'ın Bozkurt amblemli gençleri ''Aranızda Şamanist olmayan Şamanistler var!'' diyerek kışkırtıcı laflarda bulunması ve Bozkurt'un bir totem olduğunu (put olduğunu), İslam'la bağdaşmadığını belirten saçma sapan laflarla gençler arasına nifak sokmaya yönelik laflar ettiğini unutmamamız gerekir.

Ayrıca tüzükte bulunan Atatürkçülük maddesinin kaldırılmasına yönelik çalışmalar olması bu maddelerin değiştirilmesine yönelik çalışmalar partide bulunan anti Atatürkçü, tarikatcı kesimin varlığının ispatıdır.

Türk-İslam davası yönündeki bir parti ile birlikte siyaset yapılamayacağına karar veren Türkçüler, partiden ayrılmaya karar vermişlerdir. Kendilerinin idealist insanlar olduğunu belirten Rıfat Baykal ve Muzaffer Özdağ MHP yönetimini politik ve oy avcısı olarak nitelendirerek MHP'nin İslami değerlere bağlı, tarikat ve cemaat mensubu kişilere adaylık teklif ettiğini ve bunları aday olarak gösterdiğini de açıklamışlardır. Baykal, Özdağ ve arkadaşları MHP'nin oy avcılığı, din istismarcılığı yaptığını MHP'nin İslamcı, Atatürk ilke ve inkılaplarına muhalif bir çizgide ilerlediğinin tespitine karar verip partiden ayrılmalarını gerekçelerini böylelikle açıklamışlardır.

Kongre öncesi Türkeş özellikle Türkçülere amblemin Bozkurt olacağının garantisini vermiştir. Fakat kongrede bunun Bozkurt olmayacağı belli olmuştur.

Netice itibariyle 1969 Adana Kongresinde Türkçüler ile MHP arasında büyük uçurumlar oluşmuştur. MHP Türkçülükten taviz veren bir yapı oluşturarak siyaset Türkçülüğünde yer almıştır.

MHP artık İslamcı, sentezci bir parti olmuştur. İslamcılar sürekli "Tanrı yok, Allah var, Bozkurt, yok hilal var, ırkçılık yok, ümmetçilik var!" bilinciyle Türkçülere karşı Türk ırkının üstünlüğüne inananlara karşı cephe almışlardır.

Bu danışıklı dövüş yıllardır devam etmektedir. MHP'nin ise durumu bellidir Türklük bilinciyle yaşayan insanların milliyetçi bir parti görünümüne aldanarak verdiği oylarla ayakta durmaktır.

1969 tarihi bir dönüm noktasıdır. ABD'den patentli Türk-İslam sentezinin görüş olarak benimsendiği tarihtir.

Türk-İslam sentezi 1960'lı yıllarda ABD'nin hemen hemen tüm dünya ülkelerinde sistematik bir şekilde uyguladığı anti-komünizm politikasının ürünüdür.

Milliyet ve din kavramlarını reddeden komünizm ile mücadele etmenin yolu olarak milliyetçilik ile din karışımı suni akımlar ABD tarafından birçok ülkede oluşturulmuştur. Hıristiyan ülkelerde Hıristiyanlık ile o ülkenin milliyetçiliği karıştırılarak anti-komünist akımlar oluşturulmuş, Türkiye'de ise Türk-İslam sentezi peydahlanmıştır.

Geniş kitleler Türkeş adını ne zaman duydular? Daha çok 1960 İhtilalinde... 1960 İhtilalinde şu deniyor: "Türkeş'i tanıyoruz. Irkçılık-Turancılık davasında Türkçülerle beraber yargılandı." Evet... Yargılandı da, yargılanma sebebi Atsız Ata'ya yazdığı mektuplardı.

O mektuplar bulunmasa yargılanmasına da bir sebep yoktu aslında... Neden kimse Türkeş'in mahkeme heyetine o tarihlerde yazdığı "pişmanlık" ifadeleri ile dolu "Ben suçsuzum, affımı istiyorum..." şeklindeki mektuptan bahsetmiyor.

Tırnaklarının çekildiği de yalandır. Birileri ismini destanlaştırmak için bunu söylüyorlar. Türkeş'in tırnakları çekilmemiştir. Kendi ifadesidir tırnaklarının çekilmediği... Bunu Yavuz Bülent Bakiler Türkeş'in ağzından duyduğunu söylüyor. Ama, başta Atsız Ata olmak üzere bütün Türkçüler müthiş işkencelerden geçtiler. Ama hiçbir zaman mektup yazma gibi bir zayıflığa düşmediler. "Türk'üz, bize isnat edilen suçta ırkçılık ise biz ırkçıyız. Kim haklı kim haksız tarih önünde anlaşılır!" diye haykırdılar.

Ülkücülerin dillerine sakız ettikleri başbuğ kavramının anlamına da değinmek gerekiyor.

Başbuğ; "Ordulara başkumandanlık ederek, meydan savaşlarında büyük zaferler kazanıp yeni bir Türk devleti kuran komutan" demektir.

Bazılarının"başbuğ" dediği Türkeş;

* Hangi ordulara başkumandanlık etmiştir?
* Hangi meydan savaşlarında büyük zaferler kazanmıştır?
* Hangi yeni Türk devletini kurmuştur?

Son olarak MHP'nin güncel durumuyla ilgili haberlere de değinelim ve yazımıza son verelim.

MHP'den BDP'ye (PKK'nın siyasi uzantısına) geçen Van Başkale MHP İlçe Teşkilatı üyeleri:


MHP'lilerle BDP'liler (PKK'nın siyasi uzantısı) karşılıklı göbek dansı yapıyorlar:


Ermenileri dost olarak gördüğünü ifade eden Türkeş:


Türkçü olduğu sanılan MHP'nin Ermeni adayıyla ilgili bir haber:




8 Ekim 2016 Cumartesi

HER AKP KARŞITI MAKBÛL İNSAN MIDIR?

HER AKP KARŞITI MAKBÛL İNSAN MIDIR?
Malûmunuzdur; AKP'yi sevmiyoruz, icraatlarını hiç beğenmiyoruz, ekonomi politikaları berbat, iç ve dış politika içler acısı, bitmiş durumda olan PKK terörünün on sene içinde hortlatılması da cabası...

Özellikle Gezi Parkı Eylemleri sırasında AKP karşıtlığı en üst seviyeye çıktı. İnsanlarımızın üzerinden ölü toprağı kalktı ve özellikle de gençlerimiz sokaklarda AKP'ye karşı eylemler yaptılar. Gezi Parkı Eylemleri hakkında uzun uzun demeç vermeyeceğim. Zaten sosyal basından takip etmektesiniz yeterince.

Ben burada başka bir şeye değinmek istiyorum, başka şeylerden bahsetme gereği duyuyorum, başka bir sual soruyorum: Her AKP karşıtı makbûl insan mıdır?

Öyle ya, AKP'lilere genelde "koyun" yakıştırması yapıldı. Peki, ya her AKP karşıtının peşinden gidenler? Burada elbette AKP'nin avukatlığını yapacak değilim. Bu partinin politikasından hiç ama hiç hoşlanmayan biri olarak, AKP'nin avukatlığını yapacak en son insanlardanımdır.

Konuyu dallandırıp budaklandırmadan gündeme başka bir açıdan bakmaya devam edelim:

Mesela Sırrı Süreyya ÖNDER... Bu adam, bir yönetmen idi. PKK terörünün siyasi uzantısı olan BDP adlı siyasi parti görünümlü terör örgütünün milletvekilinden oluverdi son seçimde. Bu adam da AKP karşıtı biri, en azından öyle görünüyor. Gezi Parkı Eylemleri sırasında yaralandı hatta. Hastanelik oldu. Yani kısaca, AKP'ye karşı çıkanlardan biri... Ama ne var ki azılı bir PKK'lı... Sizce bu adam sırf AKP karşıtı diye makbûl insan mıdır? Peşinden gidilecek biri midir?

PKK terör örgütünün çaputlarının ve Apo denen insan müsvettesinin önünde poz veren Sırrı Süreyya ÖNDER:


Mesela Ethem SARISÜLÜK...Bu genç, son zamanlarda basını çokça meşgul etti. Eylemler sırasında bir polis tarafından başından vurularak öldürülmesi çok büyük tepkilere neden oldu. Vurulması elbette hiç iyi olmadı, o polisin mutlaka ceza alması gerekiyor. Öte yandan, bu gencin bir terör örgütü olan TİKKO ile bağlantısının olduğu ve çok koyu bir İbrahim KAYPAKKAYA hayranı olduğu da bir gerçek... Bu genç, TİKKO terör örgütünün kurucusu olan İbrahim KAYPAKKAYA adlı teröristin çok sıkı bir hayranıydı. Hatta vurulmadan bir ay kadar önce, terör örgütü TİKKO'nun kurucusu olan İbrahim KAYPAKKAYA adlı teröristi anma etkinliğine katılmıştı, Başbuğ Mustafa Kemal ATATÜRK'e hakaretler içeren sloganlar atanların arasında yer almıştı.

Ethem SARISÜLÜK, vurulmadan bir ay kadar önce, terör örgütü TİKKO'nun kurucusu olan İbrahim KAYPAKKAYA adlı teröristi anma etkinliğine katılmıştı, Başbuğ Mustafa Kemal ATATÜRK'e hakaretler içeren sloganlar atanların arasında yer almıştı.  Şu videodan izleyebilirsiniz (01:39'dan 01:45'e kadarki kısımda net bir şekilde görülüyor): http://www.youtube.com/watch?v=nGsj936C8mg&feature=player_embedded

Ethem SARISÜLÜK, İbrahim KAYPAKKAYA adlı teröristin kurduğu TİKKO adlı terör örgütünün bir destekçisidir:


Ethem SARISÜLÜK'ün Facebook profilini adresi facebook.com/ethemserwan idi, "SERWAN"ın ne anlama geldiğini de siz araştırın.

Bu arada, İbrahim KAYPAKKAYA adlı teröristin kurduğu TİKKO terör örgütünün eylemlerine de bir bakalım, bu terör örgütünü kahraman sanan şuursuzlar var çünkü.

TİKKO terör örgütünün bazı eylemleri:
TİKKO, PKK ile ortak eylemler yapmış bir terör örgütüdür. BELGE: http://www.haberler.com/trafonun-havaya-ucuruldugu-eylemi-teror-orgutu-pkk-haberi/
TİKKO, bazı silahlı eylemlerinde askerlerimizi de şehit etmişti. BELGE: http://www.milliyet.com.tr/Guncel/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&KategoriID=24&ArticleID=1171060&Date=08.12.2009&b=7%20ASKER%20SEHIT

TİKKO terör örgütünün daha pek çok eylemi var. Yani bu terör örgütü PKK'dan farksızdır. Bu terör örgütünün sempatizanları da PKK'lılardan farklı değildir.

Şimdi baştaki sorumuzu tekrar soruyorum: Her AKP karşıtı makbûl insan mıdır?

AKP'nin yaptığı yanlış politikalara karşı çıkmayan AKP'lileri "koyun" olarak nitelendiren AKP karşıtları neden her AKP karşıtını makbûl insan olarak kabul etmektedir? Bu bir çelişki değil midir? Öyle ya; bir yandan şehitlerimizin hakkını savunacaksınız, Türk Bayrağı'nı taşımanın onurunu yaşayacaksınız, Başbuğ Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün askerleri olduğunuzu söyleyeceksiniz; öte yandan bir takım terör örgütlerinin mensuplarına sırf AKP karşıtı oldukları için laf ettirmeyeceksiniz, Başbuğ Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'e dümdüz giden teröristleri savunacaksınız, Türk askerini şehit eden şerefsizlerin peşinden gidenleri kahraman ilan edeceksiniz...

Sonuç olarak ben diyorum ki; Gezi Parkı Eylemleri haklı eylemlerdir. Konu üç beş ağaç da değildir. Konu, senelerdir devam eden AKP'nin yanlış politikalarına karşı bir başkaldırıdır. Ama sırf AKP karşıtı oldukları için bir takım terör örgütü mensuplarının/sempatizanlarının peşinden gitmek de ayrı bir koyunluktur.

7 Ekim 2016 Cuma

DİNDEN İMANDAN NASIL ÇIKTIM?

DİNDEN İMANDAN NASIL ÇIKTIM?

Öncelikle belirtmeliyim ki bu yazı insanların dini inançlarına hakaret içeren bir yazı değildir. Ben insanların neye inanacaklarına veya neye inanmayacaklarına karışmayı kendi adıma doğru bulmuyorum. İsteyen istediğine inanır veya inanmaz. Bu din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili bir durumdur.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasasında ilgili hüküm: "Madde 24 – Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14'üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır. Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukukiî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dinî veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz."

Her neyse... Anlatmak istediğim konuya, dinî seçimlerle ilgili kendime dair duruma değinmek istiyorum.

Dinden imandan çıkışım öyle hemen olmadı. Dinden imandan çıkmamın nedeni ibadetlerin zorluğu falan da değildi. Dinden imandan çıkmadan önce (yani Müslüman bir birey iken) dua eden (Arapça), Kuran okuyan (Arapça), oruç tutan, namaz kılan biriydim. Dine bağlı olan bir aileden geliyordum. Ailem din konusunda yobaz olmamakla birlikte (yani tarikatçı, mezhepçi, cemaatçi vesaire olmamakla birlikte) dine bağlı bireylerden meydana gelmektedir. Ama kafamı hep kurcalayan sorular vardı din ile ilgili.

Namaz kılarken neden Arapça dua ediyoruz? Kuran'ı neden Arapça okuyoruz? Neden oruç tutuyoruz? Kuran okunduğu sırada herkes ağlıyorken neden bende herhangi bir duygusal etki yaratmıyor? İslam dendiğinde neden korku, terör, katliam, kadına şiddet, sapkınlık gibi kavramlar anlaşılıyor? Hoşgörü dini, kadına en çok değer veren din, temizliğe en çok önem veren din olduğu iddia edilen İslam dinine mensup toplumlarında neden bunun tam tersi durumlar yaşanıyor? Hayatında dini şeylere pek önem vermediğini bildiğimiz kişiler (mesela Ömer Hayyam, mesela Can Yücel, mesela Aziz Nesin) trilyonluk servetlere sahip olamamışlarken iki lakırtısından biri dinle ilgili olan kişiler (mesela Erbakan, mesela Cübbeli Ahmet, mesela Adnan Oktar) neden trilyonluk servetlere sahipler?

Sorular aklımda sıralanıyordu ve ben işin içinden çıkamıyordum. Eminim ki bu soruları birçok kişi kendi kendine soruyordur.

Sorularıma cevap aradığımda, dini bildiğini düşündüğüm veya dini bildiği iddia edilen kişilere sorularımı yönelttiğimde cevap alamamıştım. Hatta çoğu zaman terslenmiştim. Hal böyle olunca Kuran'ın Türkçesini okumaya karar verdim. Anlayarak okuyacak ve sorularıma cevaplar bulacaktım. Bu da benim dini duygularımı perçinleyecekti, ibadetlerimi de daha içten yerine getirecektim.

Türkçesini okudum, çünkü insanlara ilahî bir mesaj verdiği öne sürülen bir kitabı herkes kendi dilinde anlayarak okumak zorundadır diye düşünmekteyim. Bu yüzden Türkçe okumaya karar verdim. Arap olsaydım Arapça, İngiliz olsaydım İngilizce, Rus olsaydım Rusça okurdum.

Kuran'ı anlayarak okumam, hayatımdaki en büyük hayal kırıklığım oldu. Sözcüğün tam anlamıyla dumura uğramıştım. Sorularım tamamen cevaplanmıştı, ama hiç de beklediğim şekilde olmamıştı. Uzunca bir zaman bocalamada kaldım. İnandığım dinin Tanrı'dan gelmiş olması olanaksızdı.

Bununla birlikte, din olgusu bir tabu olduğu için ve ibadet dediğimiz şey büyük ölçüde alışkanlıklarla ilgili olduğu için bir süre inanmaya inanmaya ibadet etmeye devam ettim. Daha sonra durumu yavaş yavaş kabullendim ve din denen olgunun aslında insan ürünü olduğuna karar verdim.

Henüz hiç adet görmemiş ortalama kız çocuklarıyla ilgili bekleme süresinden bahseden Talak 4'ü anlayarak okuduğumda şok oldum.

Talak 4: "Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdetini görmemiş bulunanlardan eğer şüphe ederseniz (iddetlerinin nasıl olacağında tereddüt ederseniz), onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları, doğum yapmalarıdır. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir."

İkişer, üçer, dörder kadın almayı öneren Nisa 3'ü anlayarak okuduğumda Kuran'ın o sayfasına bakakaldım.

Nisa 3: "Eğer öksüz kızlarla evlendiğinizde onlara karşı adaletli davranamamaktan korkarsanız, hoşunuza giden diğer kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Eğer adaleti gözetmemekten korkarsanız, o zaman bir tane ile veya elinizin altındakiyle (sahip olduğunuz câriye ile) yetinin. Doğruluktan ayrılmamak için bu daha elverişlidir."

Kız çocuklarına erkek çocuklarına verilen mirasın yarısının verilmesini emreden Nisa 11'i anlayarak okuduğumda bu dinin kadınlara anlatıldığı gibi  değer vermediğini anladım ve erkek olmama rağmen bu hükümlere akıl sır erdiremedim.

Nisa 11: "Allah size evlatlarınızın miras taksimini şöyle emrediyor: Çocuklarınızda, erkeğe iki kadın payı kadar, eğer hepsi kadın olmak üzere ikiden de fazla iseler, bunlara mirasın üçte ikisi ve eğer bir tek kadın ise o zaman ona malın yarısı vardır. Eğer ölen, ana ve baba ile birlikte çocuklar da bırakmışsa ana babanın her birine ölenin terekesinden altıda bir; şâyet ölenin çocuğu yok da, mirasçı olarak ana ve babası kalmışsa, ananın payı üçte birdir. Eğer ölenin kardeşleri varsa terekenin altıda biri ananındır. Bu paylar, ölenin borçları ödenip, vasiyeti de yerine getirildikten sonra hak sahiplerine verilir. Baba ve çocuklardan, hangisinin size fayda bakımından daha yakın olduğunu, siz bilmezsiniz. Bütün bunlar Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah alîmdir, hakîmdir."

Cariyelik sistemini, yani kadınların sadece cinsel obje olarak görülmesini öven Müminün 5-6'yı ve Mearic 29-30'u anlayarak okuduğumda bu dine olan güvenimi iyice yitirmeye başladım:

Müminün 5-6: "Onlar mahrem yerlerini günahlardan korurlar. Yalnız eşleri ve cariyeleri ile ilişki kurarlar. Çünkü bunu yapanlar ayıplanamazlar. Ama bu sınırın ötesine geçmek peşinde olanlar, işte onlardır haddi aşanlar."

Mearic 29-30: "Onlar, mahrem yerlerini koruyan kimselerdir. 30. Ancak eşleri, yahut sahip oldukları cariyeleri başka. Çünkü onlar (eşleri ve cariyeleri ile olan ilişkileri konusunda) kınanmazlar."

İslam'ın evrensel olmadığını ve Kuran'ın Araplara ait olduğunu bizzat söyleyen Kasas 59'u, Enam 92'yi, Şura 7'yi, Zuhruf 44'ü, Yusuf 2'yi, Fusilet 3'ü, İbrahim 4'ü anlayarak okuduğumda bir Türk ve bir Türkçü-Turancı olarak bu dinin bana hiçbir şekilde hitap etmediğini bizzat gördüm.

Kasas 59: "Rabbin, şehirlerin anası (olan Mekke)de onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe ülkeleri helâk edici değildir. Ve biz, halkı zâlim olmadan ülkeleri helâk ediciler değiliz."

Enam 92: "Bu Kuran, Mekke ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz, kendisinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Âhirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını kılmaya hakkıyla devam ederler."

Şura 7: "Böylece biz sana Arapça bir Kuran indirdik ki, şehirlerin anası olan Mekke halkını ve etrafındakileri uyarasın ve hakkında hiç şüphe olmayan kıyamet gününün dehşetinden onları korkutasın. Bir grup Cennet'tedir, bir grup da Cehennem'dedir." 

Zuhruf 44: "O kitap sana ve kavmine bir hatırlatmadır; yakında sorgulanacaksınız." 

Yusuf 2: "Anlayabilesiniz diye biz onu Arapça bir Kuran olarak indirdik." 

Fusilet 3: "Bu, Arapça bir Kuran olarak, âyetleri bilen bir kavim için ayırt edilip açıklanmış bir kitaptır."

İbrahim 4: "Biz, her peygamberi, ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın. Bu itibarla Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de hidayete erdirir. O her şeye galibdir, hükmünde hikmet sahibidir. Rabbin, Anakent (olan Mekke)de onlara âyetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe ülkeleri helâk edici değildir. Ve biz, halkı zâlim olmadan ülkeleri helâk ediciler değiliz.Rabbin, Anakent (olan Mekke)de onlara âyetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe ülkeleri helâk edici değildir. Ve biz, halkı zâlim olmadan ülkeleri helâk ediciler değiliz.

İslam'ın hoşgörüyle hiçbir ilgisinin olmadığını açık açık belirten Tevbe 5'i, Tevbe 14'ü, Enfal 39'u anlayarak okuduğumda IŞİD ve daha nice İslamî silahlı örgütün dayanağını anlayıp dehşete kapıldım.

Tevbe 5: "Şu haram aylar bir çıktı mı artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün, yakalayın, hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun. Eğer tevbe ederler ve namaz kılıp zekatı verirlerse onları serbest bırakın. Muhakkak ki, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."

Tevbe 14: "Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onların cezasını versin ve ... onları rezil ve rüsvay etsin, yardımıyla sizi onlara muzaffer kılsın. Ve mümin bir kavmin yüreklerini ferahlandırsın."

Enfal 39: "Ortalıkta fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah'ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse muhakkak ki, Allah yaptıklarını görür."

Daha nice şeyler okuyup hayal kırıklığına uğradım, Kuran'da birbiriyle çelişen onlarca ayet gördüm, bunun Tanrı'dan gelemeyeceğinin farkına vardım, ibadetle geçen zamanımın boşuna olduğunu anladım, bu dinin direkt Arap kültür emperyalizmi olduğunu düşünmeye başladım.

Yani ben Kuran'ı anlayarak okudum ve sonrasında dinden imandan çıktım. İnsanlar anlayarak okumasın diye din baronlarının Arapça ibadette ısrar ettiklerini kesin olarak anladım.

Arapçayı, Arap mitolojisini ve İslam öncesi Arap paganizmini araştırdığımda İslam'ın aslında Arap paganizminin devamı olduğuna kanaat getirdim. Muhammed peygamberin aslında bu anlamda çok büyük bir iş yaptığını, çok güçlü bir devrim yaptığını anladım.

İslam öncesi Arap inançları ve mitolojisi hakkında adam gibi araştırma yapan herkes bilir ki namaz, haç, zekat, abdest, oruç, kurban, sünnet, Şeytan taşlama gibi dini ritüeller İslam'dan önce de Arap toplumunda var idi.

Şu da bir gerçek ki ateist değilim. Bir yaratıcının varlığına inanıyorum. Yani ateizme uzak biriyim, deizm düşüncesine yakın biriyim.  Ama deist değilim. Ve ben o yaratıcıya atalarımın yaptığı gibi Tengri, Tanrı diye seslenmeyi tercih ediyorum. Din olgusunun tamamen insan ürünü olduğunun artık farkındayım.


BLOGUMUZUN ADI NEDEN HAN MERGEN?

BLOGUMUZUN ADI NEDEN HAN MERGEN?

Han Mergen (Mergen Han) Türk ve Altay mitolojisinde Akıl ilahıdır. Her şeyi bilir. Aklı ve zekayı temsil eder. Göğün yedinci katında oturur. Bilgelik sahibidir. Her şeyi bildiği için her şeye gücü yeter. Oku ve yayı vardır. Bilgeliğiyle attığı ok hedefini şaşırmaz. İnsanlara bilgelik verir. Bilimi ve felsefeyi simgeler. Tanrı Kayra Han'ın oğlu olarak kabul edilir. Mergen, ayrıca masal ve efsane kahramanlarında bir unvan olarak kullanılır; Kan Mergen, Ay Mergen, Kartaga Mergen, Südey Mergen gibi...

Mergen ilginç bir şekilde, Roma'nın ilahlarından olan Merkür'e ad ve görev olarak da benzemektedir. Roma'nın temellerini Etrüsk adlı Türk (ön Türk) kavminin attığını düşünürsek aradaki bağı anlayabiliriz.

Aklı ön planda tuttuğum için, bilgiye ve düşünmede değer verdiğim için ve eski Türk inanışı olan Tengriciliği devam ettirdiğim için hazırlamış olduğum bu blog sitesine Han Mergen'in adını vermeyi uygun buldum.

Bu blogda dünya görüşümü, dayatılan dinlere dair eleştirilerimi, gündeme dair düşüncelerimi paylaşacağım. Derdim beğenilmek veya beğenilmemek değil, düşüncelerimi yaymaktır.

MÜNGKE TEÑRİ'YİN KÜÇÜDÜR...