Bu Blogda Ara

7 Ekim 2016 Cuma

DİNDEN İMANDAN NASIL ÇIKTIM?

DİNDEN İMANDAN NASIL ÇIKTIM?

Öncelikle belirtmeliyim ki bu yazı insanların dini inançlarına hakaret içeren bir yazı değildir. Ben insanların neye inanacaklarına veya neye inanmayacaklarına karışmayı kendi adıma doğru bulmuyorum. İsteyen istediğine inanır veya inanmaz. Bu din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili bir durumdur.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasasında ilgili hüküm: "Madde 24 – Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14'üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır. Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukukiî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dinî veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz."

Her neyse... Anlatmak istediğim konuya, dinî seçimlerle ilgili kendime dair duruma değinmek istiyorum.

Dinden imandan çıkışım öyle hemen olmadı. Dinden imandan çıkmamın nedeni ibadetlerin zorluğu falan da değildi. Dinden imandan çıkmadan önce (yani Müslüman bir birey iken) dua eden (Arapça), Kuran okuyan (Arapça), oruç tutan, namaz kılan biriydim. Dine bağlı olan bir aileden geliyordum. Ailem din konusunda yobaz olmamakla birlikte (yani tarikatçı, mezhepçi, cemaatçi vesaire olmamakla birlikte) dine bağlı bireylerden meydana gelmektedir. Ama kafamı hep kurcalayan sorular vardı din ile ilgili.

Namaz kılarken neden Arapça dua ediyoruz? Kuran'ı neden Arapça okuyoruz? Neden oruç tutuyoruz? Kuran okunduğu sırada herkes ağlıyorken neden bende herhangi bir duygusal etki yaratmıyor? İslam dendiğinde neden korku, terör, katliam, kadına şiddet, sapkınlık gibi kavramlar anlaşılıyor? Hoşgörü dini, kadına en çok değer veren din, temizliğe en çok önem veren din olduğu iddia edilen İslam dinine mensup toplumlarında neden bunun tam tersi durumlar yaşanıyor? Hayatında dini şeylere pek önem vermediğini bildiğimiz kişiler (mesela Ömer Hayyam, mesela Can Yücel, mesela Aziz Nesin) trilyonluk servetlere sahip olamamışlarken iki lakırtısından biri dinle ilgili olan kişiler (mesela Erbakan, mesela Cübbeli Ahmet, mesela Adnan Oktar) neden trilyonluk servetlere sahipler?

Sorular aklımda sıralanıyordu ve ben işin içinden çıkamıyordum. Eminim ki bu soruları birçok kişi kendi kendine soruyordur.

Sorularıma cevap aradığımda, dini bildiğini düşündüğüm veya dini bildiği iddia edilen kişilere sorularımı yönelttiğimde cevap alamamıştım. Hatta çoğu zaman terslenmiştim. Hal böyle olunca Kuran'ın Türkçesini okumaya karar verdim. Anlayarak okuyacak ve sorularıma cevaplar bulacaktım. Bu da benim dini duygularımı perçinleyecekti, ibadetlerimi de daha içten yerine getirecektim.

Türkçesini okudum, çünkü insanlara ilahî bir mesaj verdiği öne sürülen bir kitabı herkes kendi dilinde anlayarak okumak zorundadır diye düşünmekteyim. Bu yüzden Türkçe okumaya karar verdim. Arap olsaydım Arapça, İngiliz olsaydım İngilizce, Rus olsaydım Rusça okurdum.

Kuran'ı anlayarak okumam, hayatımdaki en büyük hayal kırıklığım oldu. Sözcüğün tam anlamıyla dumura uğramıştım. Sorularım tamamen cevaplanmıştı, ama hiç de beklediğim şekilde olmamıştı. Uzunca bir zaman bocalamada kaldım. İnandığım dinin Tanrı'dan gelmiş olması olanaksızdı.

Bununla birlikte, din olgusu bir tabu olduğu için ve ibadet dediğimiz şey büyük ölçüde alışkanlıklarla ilgili olduğu için bir süre inanmaya inanmaya ibadet etmeye devam ettim. Daha sonra durumu yavaş yavaş kabullendim ve din denen olgunun aslında insan ürünü olduğuna karar verdim.

Henüz hiç adet görmemiş ortalama kız çocuklarıyla ilgili bekleme süresinden bahseden Talak 4'ü anlayarak okuduğumda şok oldum.

Talak 4: "Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdetini görmemiş bulunanlardan eğer şüphe ederseniz (iddetlerinin nasıl olacağında tereddüt ederseniz), onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları, doğum yapmalarıdır. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir."

İkişer, üçer, dörder kadın almayı öneren Nisa 3'ü anlayarak okuduğumda Kuran'ın o sayfasına bakakaldım.

Nisa 3: "Eğer öksüz kızlarla evlendiğinizde onlara karşı adaletli davranamamaktan korkarsanız, hoşunuza giden diğer kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Eğer adaleti gözetmemekten korkarsanız, o zaman bir tane ile veya elinizin altındakiyle (sahip olduğunuz câriye ile) yetinin. Doğruluktan ayrılmamak için bu daha elverişlidir."

Kız çocuklarına erkek çocuklarına verilen mirasın yarısının verilmesini emreden Nisa 11'i anlayarak okuduğumda bu dinin kadınlara anlatıldığı gibi  değer vermediğini anladım ve erkek olmama rağmen bu hükümlere akıl sır erdiremedim.

Nisa 11: "Allah size evlatlarınızın miras taksimini şöyle emrediyor: Çocuklarınızda, erkeğe iki kadın payı kadar, eğer hepsi kadın olmak üzere ikiden de fazla iseler, bunlara mirasın üçte ikisi ve eğer bir tek kadın ise o zaman ona malın yarısı vardır. Eğer ölen, ana ve baba ile birlikte çocuklar da bırakmışsa ana babanın her birine ölenin terekesinden altıda bir; şâyet ölenin çocuğu yok da, mirasçı olarak ana ve babası kalmışsa, ananın payı üçte birdir. Eğer ölenin kardeşleri varsa terekenin altıda biri ananındır. Bu paylar, ölenin borçları ödenip, vasiyeti de yerine getirildikten sonra hak sahiplerine verilir. Baba ve çocuklardan, hangisinin size fayda bakımından daha yakın olduğunu, siz bilmezsiniz. Bütün bunlar Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah alîmdir, hakîmdir."

Cariyelik sistemini, yani kadınların sadece cinsel obje olarak görülmesini öven Müminün 5-6'yı ve Mearic 29-30'u anlayarak okuduğumda bu dine olan güvenimi iyice yitirmeye başladım:

Müminün 5-6: "Onlar mahrem yerlerini günahlardan korurlar. Yalnız eşleri ve cariyeleri ile ilişki kurarlar. Çünkü bunu yapanlar ayıplanamazlar. Ama bu sınırın ötesine geçmek peşinde olanlar, işte onlardır haddi aşanlar."

Mearic 29-30: "Onlar, mahrem yerlerini koruyan kimselerdir. 30. Ancak eşleri, yahut sahip oldukları cariyeleri başka. Çünkü onlar (eşleri ve cariyeleri ile olan ilişkileri konusunda) kınanmazlar."

İslam'ın evrensel olmadığını ve Kuran'ın Araplara ait olduğunu bizzat söyleyen Kasas 59'u, Enam 92'yi, Şura 7'yi, Zuhruf 44'ü, Yusuf 2'yi, Fusilet 3'ü, İbrahim 4'ü anlayarak okuduğumda bir Türk ve bir Türkçü-Turancı olarak bu dinin bana hiçbir şekilde hitap etmediğini bizzat gördüm.

Kasas 59: "Rabbin, şehirlerin anası (olan Mekke)de onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe ülkeleri helâk edici değildir. Ve biz, halkı zâlim olmadan ülkeleri helâk ediciler değiliz."

Enam 92: "Bu Kuran, Mekke ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz, kendisinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Âhirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını kılmaya hakkıyla devam ederler."

Şura 7: "Böylece biz sana Arapça bir Kuran indirdik ki, şehirlerin anası olan Mekke halkını ve etrafındakileri uyarasın ve hakkında hiç şüphe olmayan kıyamet gününün dehşetinden onları korkutasın. Bir grup Cennet'tedir, bir grup da Cehennem'dedir." 

Zuhruf 44: "O kitap sana ve kavmine bir hatırlatmadır; yakında sorgulanacaksınız." 

Yusuf 2: "Anlayabilesiniz diye biz onu Arapça bir Kuran olarak indirdik." 

Fusilet 3: "Bu, Arapça bir Kuran olarak, âyetleri bilen bir kavim için ayırt edilip açıklanmış bir kitaptır."

İbrahim 4: "Biz, her peygamberi, ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın. Bu itibarla Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de hidayete erdirir. O her şeye galibdir, hükmünde hikmet sahibidir. Rabbin, Anakent (olan Mekke)de onlara âyetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe ülkeleri helâk edici değildir. Ve biz, halkı zâlim olmadan ülkeleri helâk ediciler değiliz.Rabbin, Anakent (olan Mekke)de onlara âyetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe ülkeleri helâk edici değildir. Ve biz, halkı zâlim olmadan ülkeleri helâk ediciler değiliz.

İslam'ın hoşgörüyle hiçbir ilgisinin olmadığını açık açık belirten Tevbe 5'i, Tevbe 14'ü, Enfal 39'u anlayarak okuduğumda IŞİD ve daha nice İslamî silahlı örgütün dayanağını anlayıp dehşete kapıldım.

Tevbe 5: "Şu haram aylar bir çıktı mı artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün, yakalayın, hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun. Eğer tevbe ederler ve namaz kılıp zekatı verirlerse onları serbest bırakın. Muhakkak ki, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."

Tevbe 14: "Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onların cezasını versin ve ... onları rezil ve rüsvay etsin, yardımıyla sizi onlara muzaffer kılsın. Ve mümin bir kavmin yüreklerini ferahlandırsın."

Enfal 39: "Ortalıkta fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah'ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse muhakkak ki, Allah yaptıklarını görür."

Daha nice şeyler okuyup hayal kırıklığına uğradım, Kuran'da birbiriyle çelişen onlarca ayet gördüm, bunun Tanrı'dan gelemeyeceğinin farkına vardım, ibadetle geçen zamanımın boşuna olduğunu anladım, bu dinin direkt Arap kültür emperyalizmi olduğunu düşünmeye başladım.

Yani ben Kuran'ı anlayarak okudum ve sonrasında dinden imandan çıktım. İnsanlar anlayarak okumasın diye din baronlarının Arapça ibadette ısrar ettiklerini kesin olarak anladım.

Arapçayı, Arap mitolojisini ve İslam öncesi Arap paganizmini araştırdığımda İslam'ın aslında Arap paganizminin devamı olduğuna kanaat getirdim. Muhammed peygamberin aslında bu anlamda çok büyük bir iş yaptığını, çok güçlü bir devrim yaptığını anladım.

İslam öncesi Arap inançları ve mitolojisi hakkında adam gibi araştırma yapan herkes bilir ki namaz, haç, zekat, abdest, oruç, kurban, sünnet, Şeytan taşlama gibi dini ritüeller İslam'dan önce de Arap toplumunda var idi.

Şu da bir gerçek ki ateist değilim. Bir yaratıcının varlığına inanıyorum. Yani ateizme uzak biriyim, deizm düşüncesine yakın biriyim.  Ama deist değilim. Ve ben o yaratıcıya atalarımın yaptığı gibi Tengri, Tanrı diye seslenmeyi tercih ediyorum. Din olgusunun tamamen insan ürünü olduğunun artık farkındayım.


BLOGUMUZUN ADI NEDEN HAN MERGEN?

BLOGUMUZUN ADI NEDEN HAN MERGEN?

Han Mergen (Mergen Han) Türk ve Altay mitolojisinde Akıl ilahıdır. Her şeyi bilir. Aklı ve zekayı temsil eder. Göğün yedinci katında oturur. Bilgelik sahibidir. Her şeyi bildiği için her şeye gücü yeter. Oku ve yayı vardır. Bilgeliğiyle attığı ok hedefini şaşırmaz. İnsanlara bilgelik verir. Bilimi ve felsefeyi simgeler. Tanrı Kayra Han'ın oğlu olarak kabul edilir. Mergen, ayrıca masal ve efsane kahramanlarında bir unvan olarak kullanılır; Kan Mergen, Ay Mergen, Kartaga Mergen, Südey Mergen gibi...

Mergen ilginç bir şekilde, Roma'nın ilahlarından olan Merkür'e ad ve görev olarak da benzemektedir. Roma'nın temellerini Etrüsk adlı Türk (ön Türk) kavminin attığını düşünürsek aradaki bağı anlayabiliriz.

Aklı ön planda tuttuğum için, bilgiye ve düşünmede değer verdiğim için ve eski Türk inanışı olan Tengriciliği devam ettirdiğim için hazırlamış olduğum bu blog sitesine Han Mergen'in adını vermeyi uygun buldum.

Bu blogda dünya görüşümü, dayatılan dinlere dair eleştirilerimi, gündeme dair düşüncelerimi paylaşacağım. Derdim beğenilmek veya beğenilmemek değil, düşüncelerimi yaymaktır.

MÜNGKE TEÑRİ'YİN KÜÇÜDÜR...