Bu Blogda Ara

19 Mart 2020 Perşembe

KORONAVİRÜSÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

KORONAVİRÜSÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Bu yazıyı yazdığım 19 Mart 2020 tarihi itibarıyla ülkemizde vaka sayısı 200'e yaklaşmış, resmi açıklamalara göre ölüm sayısı 2'yi bulmuş. Ancak biraz önce gazeteden baktığımda, geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden emekli orgenerallerimizden Sayın Aytaç Yalman'ın kesin ölüm teşhisinin de koronavirüs olduğunu öğrenmiş oldum:


Bazı mekânlar tedbir amaçlı olarak kapatıldı. Okullar tatil edildi, kafeler kapatıldı, barlar kapatıldı, spor salonları kapatıldı, kıraathaneler kapatıldı. Camilerle ilgili olarak da duyurular yapıldı ve vakit namazlarının camilerde değil de evlerde kılınması önerildi.

Bazı Müslümanlar epey bir saçmaladılar. "Allah'ın verdiği canı Allah alır. Allah'ın izniyle hiçbir şey olmaz. Keşke camide ölsem." diyorlar. Bu durum sorumsuzluğun daniskasıdır. İddia ediyorum, camide biri koronavirüsten dolayı yığılıp kalsa, bunlar arkalarına bakmadan kaçarlar. Cenazeye bile gitmezler. Ne cenazesi, direkt kireç kuyusuna atarlar.

Video:


Müslümana, namaz kılan birine koronavirüs bulaşmazmış. Kutsal topraklarda (Suudi Arabistan'da) koronavirüs yokmuş, olamazmış. Aşağıdaki videodaki şahıs böyle diyor. Bu zihniyet, koronavirüsten çok daha tehlikeli ve çok daha zararlıdır.

Video:


Bir tane teyze de kendisiyle röportaj yapan gence "Koronavirüs camiye girmez. Camiler kapanmaz, kıyamet alâmeti olur. Bizi melekler koruyor. Abdest alan adamlarda virüs olmaz." diye saçmalıyor. Evet, bunun adı saçmalamaktır. Yani ne desem bilemedim. Bunlarla aynı memlekette yaşıyoruz. Röportajı yapan genç, umreden gelenlerin bazılarında koronavirüs saptandığını ve bununla ilgili olarak hacıların karantinaya alınacağını söylüyor ama teyze dinlemiyor.

Video:


Umre demişken... Umreden gelenler ciddi anlamda risk grubundadırlar. Çünkü dünyanın dört bir yanından Kâbe'ye giden Müslümanlar kalabalık bir ortamda ibadetlerini yerine getiriyorlar. Virüs için daha uygun bir ortam ayarlanamazdı sanırım. Dolayısıyla umreden gelenler için karantina kararı çıktı.

Öte yandan, hangi dine inanırsa inansın, inançlı insanların çok büyük bir şok yaşadıklarını görüyorum. Dinî inançlarıyla gerçeklerin arasında kaldılar.

Video:



Bu arada, salgın bir hastalıkla ilgili olarak alınan karantina kararına uymayanlar TCK'nın 195. maddesine göre suç işlemiş oluyorlar. Ben de bunu yeni öğrenmiş oldum:

"Madde 195: Bulaşıcı hastalıklardan birine yakalanmış veya bu hastalıklardan ölmüş kimsenin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca alınan tedbirlere uymayan kişi, iki aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."


Umreden gelenlere sorsak; kul hakkından bahsederler, temizlik imandan gelir derler, ama birçoğunun (en azından haberlerde izlediklerimizin) bundan haberleri yok.

Devlet umreden dönen vatandaşları tedbir amacıyla öğrenci yurtlarına yerleştirdi. Bu yurtlara yerleşen hacılar koşulları beğenmediler. Ve yurtlardan "Ahır!" diye bahsettiler. O yurtlarda üniversiteli gençler yıllarca yaşıyor. Ve bu gençler en ufak bir şeye kızıp isyan ettiklerinde bu hacı hoca takımı tarafından "hain, vatan haini, anarşist" olarak nitelendiriliyor. Şimdi umarım o gençlerle empati kurabilmişlerdir diyeceğim ama ben bunların umutsuz vaka olduklarını düşünüyorum. Umarım ben yanılıyorumdur. Umrecilerden sonra salgında patlama oldu. Bu zihniyet koronavirüsten daha tehlikeli. Yeryüzünde bunlardan daha cahil, daha sorumsuz, daha küstah bir güruh yoktur. Sen ibadet edeceksin diye biz mecbur muyuz senin mikrobuna katlanmaya?

Öğrencilerin yıllarca kaldıkları yurtları ahır olarak nitelendiren hacılar:


Toplum sağlığını hiçe sayarak karantinadan kaçmaya çalışan hacılar:


Karantina demişken, başka ülkelerden geldikleri için insanları karantina alanına götürmek üzere yola çıkan otobüsü kolluk kuvvetleri yolda durduruyor. Sivil Havacılık Dairesi Müdürü Mustafa Sofi'nin kızı Güzide Sofi, otobüsten indiriliyor ve götürülüyor. Otobüsteki diğer yolcular da bu duruma itiraz ediyorlar doğal olarak. Tüm dünyayı kasıp kavuran ve yüzbinlerce insana bulaşıp binlercesini öldüren koronavirüs gibi korkunç bir durumda karantina olayında bile torpil koyan zihniyete ne desem bilemedim.

Video:


Geçenlerde bir sitede bir cümle okudum. İlginç bir bakış açısıydı, sizinle paylaşmak isterim. "Belki de doğanın virüsü bizlerdik, aşısı da korona oldu." diyordu.

Bu sözü destekleyen türden fotoğraflar gördüm sağda solda.

Mesela İtalya'da ülke çapında karantina ilan edilince Venedik'teki sular berraklaşmış. Öyle berraklaşmış ki sudaki minik balıklar bile net bir şekilde görülebiliyor ve kanallar artık kuğuların olmuş.




Bu durumu destekler nitelikte bir haber de ESA'dan (Avrupa Uzay Ajansı) geldi.

İnsanların evlere kapanmasıyla hava kirliliğinin azalması arasında doğrudan bir ilişki var.

ESA'dan aldığım aşağıdaki haritada, İtalya'daki hava kirliliğinin koronavirüsten önceki ve sonraki hali görülüyor:


Benzer bir şekilde bu haritada da Çin'deki hava kirliliğinin koronavirüsten önceki ve sonraki hali görülüyor:

Koronavirüs karantinası sonrasında Çin'de hava kirliliği azaldı.

Dünyayı bir canlı olarak kabul edersek, biz insanlar dünyanın başına bela olmuş virüsler gibiyiz. Koronavirüs belki de dünyanın bize karşı ürettiği bir aşıdır. Gerçekten ilginç bir görüş. Tuttum bunu.

Aslında benzer fikirleri ben de "EY MODERN İNSAN!" ve "ÇOCUK" adlı yazılarımda bir süre önce sizlerle paylaşmıştım.

Bu seferki paylaşımımın özetine gelirsek, yani koronavirüsün düşündürdükleri kısmına gelirsek özetle şunları ifade edebilirim:

İnsanlık tüm teknolojik gelişmelerine karşın doğa karşısında halen aciz durumdadır. Mikroskopla bile görülmeyen, sadece elektron mikroskoplarında görülebilen minicik bir virüs bile milyarlarca insana aynı anda kâbus yaşatabiliyor.

İnsanların dini inançları ne olursa olsun küresel çapta bir kriz anında çare sadece bilimden gelir. Hangi dine ait olursa olsun ibadethaneler küresel çapta krizler için bir çözüm merkezi değildir. Bu arada sekiz bakanlığın toplam ödeneği kadar ödeneğe sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın koronavirüsle ilgili yaptığı tek çalışma, herkesin kendi tespihini ve kendi takkesini kullanması üzerine tavsiyelerden öteye geçmedi.

Bilim demişken, Refik Saydam'ı duymuşsunuzdur. Atatürk'ün silah arkadaşı idi. Koronavirüsle ne ilgisi olduğunu merak edeceksiniz. Bugün Uğur Dündar'ın köşe yazısını okuduğumda ben de yeni bir şey öğrenmiş oldum: TÜRKİYE KORONAVİRÜS AŞISINI ÜRETEBİLİRDİ

Ve Samsun'un yerel bir gazetesinde yazar olan Mehmet Yazıcı da Uğur Dündar ile aynı konuya değinmiş: KORONANIN ÖĞRETTİĞİ

Mehmet Yazıcı'nın bugünkü yazısından ilgili bölümü paylaşıyorum (yazının tamamını yukarıdaki linkten açıp okuyabilirsiniz):

"Dr. Refik Saydam çok önemli bir mikrobioyoloji uzmanıydı. Atatürk’ün silah arkadaşıydı… Balkan ve 1. Dünya Savaşlarında Türk ve Alman ordusunu kırıp geçiren TİFÜS hastalığının aşısını geliştirdi. Bunun üzerine tıp literatürüne girdi. Yüzbinlerce askerimizi ölümden kurtardı. Daha sonra Dr. Refik Saydam Sağlık Bakanı yapıldı. Ve ardından da Türkiye Cumhuriyeti'nin 4. Başbakanı oldu.

Türkiye’nin ilk doğum ve çocuk hastanelerini kurdu. Kendi adına kurulan Dr. Refik Saydam Hıfsısıhha Enstitüsü'nde veba, kolera, sıtma ve verem aşılarının seri üretimi yapıldı… Yerli ve milli aşılar hep orada üretildi.

Türk doktorları burada bilimsel çalışmalar yapardı. Dr. Refik Saydam, 1942 yılında yaşamını yitirdi. Ama yetiştirdiği öğrencileri onu aratmadı. Öğrencileri tarafından geliştirilmiş birçok virüs aşısı üretildi. Özellikle halk dilinde verem denilen tüberküloz aşısı sayesinde Türkiye’de veremin kökü kurutuldu.

İşte bu önemli kurum, Emsal kurum ve diğer kuruluşlar gibi, 26 Ağustos 2011 tarihinde kapatıldı."

Mehmet Yazıcı'nın yazısının tamamını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.

Düşünebiliyor musunuz? Mikrobiyoloji ve sağlık alanında çok önemli çalışmalar yapan ve geçmişte askerlerimizi salgından kurtaran bir kuruluş 2011 yılında kapatılmış. Kapatılmasaydı bugün koronavirüse karşı bir aşıyı belki de bizim bilim insanlarımız bulabilecekti.

Böyle kuruluşları kapatıp bol bol cami veya imam hatip okulu açmakla ne elde etmeye çalışıyorsunuz? Gerçi ne elde etmeye çalıştıklarını aklı başında olan herkes iyi biliyor. Gariban vatandaşın dinî duyguları siyasete ve ticarete alet edilecek ki bunun üzerinden siyaset yapılsın. Kendi çocukları kolejlerde ve başka ülkelerin en iyi okullarında eğitim görürken dinî duygularını sömürdükleri vatandaşlar imam hatip okullarında eğitim görsün. Gerçi yukarıda paylaştığım videoların bazılarında o gariban vatandaşın halini de gösterdim.

Bu arada koronavirüs dünyadaki tüm dengeleri değiştirecek gibi görünüyor. Mesela insanların dini inançlara bakış açılarında değişmeler oldu. Kendi çevremden biliyorum. Müslüman olmalarına karşın umreye gidenlere öfkelenenler var. Bir başka durum da AB (Avrupa Birliği) ciddi bir sıkıntıya girdi. Avrupa ülkelerinin arasında sınır, vize vesaire yoktu. Avrupa bir bütündü. Ama hastalık en çok İtalya'da etkili oldu. İtalya diğer Avrupa ülkelerinden yardım talep etti ama diğer ülkeler oralı bile olmadılar. İtalya'nın yardımına Çin koştu. Çin hastalıkla boğuşmuyor mu diye merak edeceksiniz, Çin'de kısa zaman sonra her şey normale dönecek. Hastalık düşüşe geçti. Tek nedeni, Çin'in aldığı çok sıkı ve sert tedbirler. Mesela salgının ilk zamanlarında Çinli kolluk kuvvetleri insanları evlerine sokmak için zor kullandılar. Hatta bazılarını vurdular. Bununla ilgili videoları izleyen yurdum insanı "Kendi halkına bunu yapan başkalarına ne yapmaz?" diye tepki verdi. Çin doğru olanı yaptı. Olağanüstü durumlarda olağanüstü tedbirler alınır çünkü. Peki, İtalya'da ne oldu? Hastalık İtalya'da en zengin bölgesi olan kuzeyi, Lombardiya bölgesini vurdu ilk önce. Demokrasi hesabına, sert tedbirler alınmadı ve karantina kararı çıkar çıkmaz hastalık taşıyıcısı insanlar İtalya'nın her tarafına kaçışarak hastalığı yaydılar. Özetle, bu durum insanların demokrasiye dair fikirlerini bile değiştirebilir.

Şimdilik paylaşacaklarım bu kadar. Sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim.