Bu Blogda Ara

30 Mart 2020 Pazartesi

EĞER DEVLET İSEN!

EĞER DEVLET İSEN!

Hükümet, virüs salgını için banka hesabı paylaşmış ve yardım bekliyormuş. 

Yuh! 

Yahu, sen devletsin! Ben vatandaşım. 

Ben askerlik yapıyorum. 

Ben vergi ödüyorum. 

Ben 2 TL'lik akaryakıta vergileriyle birlikte 6 TL veriyorum. 

Ben 3 TL'lik sigaraya vergileriyle birlikte 18 TL veriyorum. 

Ben 2 TL'lik biraya vergileriyle birlikte 12 TL veriyorum.

Ben 30 TL'lik rakıya vergileriyle birlikte 152 TL veriyorum. 

Ben 50.000 TL'lik sıfır arabaya vergileriyle birlikte 150.000 TL veriyorum. 

Deprem olacak, ben göçük altında kalacağım, sen beni kurtaracaksın ve evimi yaptıracaksın; eğer devlet isen! 

Sel olacak, benim evim barkım yıkılacak, sen beni kurtaracaksın ve evimi yaptıracaksın; eğer devlet isen! 

Çığ altında yaşam savaşı vereceğim, sen beni gelip kurtaracaksın; eğer devlet isen! 

Kendime veya ailemden birine acil kan lâzım olacak, ben kan aramayacağım, sen bana veya yakınıma kan bulacaksın; eğer devlet isen! 

Salgında da bi' zahmet sen olağanüstü hal ilan edeceksin, aldığın vergilerle bana bakacaksın; eğer devlet isen!

Deprem, salgın gibi olağanüstü durumlarda bile ben para vereceksem ve kendi OHAL'imi ilan edeceksem sen neden varsın?

Devlet olmanın gereği; vatandaşına vergilerin karşılığını ödemektir, olağan durumlar için vatandaşının eğitim ve sağlık ihtiyaçlarını ücretsiz karşılamaktır, olağanüstü durumlar için ise olağan durumlardaki hizmetlere ek olarak vatandaşını korumaktır. 

Kazancımdan vergi ayırmak zorundaysam sen de bu gibi durumlarda bana bakmak zorundasın! Seni korumak için şehit olduğumda ailem vatan sağ olsun diyorsa, sen de kötü zamanlarda bana bakmak zorundasın! Eğer devlet isen! 

Vatandaşı dururken mülteci adı altında ülkemize doluşan milyonlarca işgalciye yıllardır milyarlarca TL veren devlet, şu anda birkaç aylık salgın dönemi için kendi vatandaşından bağış bekliyor!

İhtiyat Akçesini erittiğiniz için çok para lâzımsa, mülteci adı altında ülkemizi işgal edenlere veya 422.000.000 TL'lik (yeni parayla 422.000.000.000 TL) vergi borcu sıfırlanan Cengiz'e verin IBAN numaranızı. 

27 Mart 2020 Cuma

VİRÜSLE Mİ MÜCADELE EDELİM, SİZİN SAÇMALIKLARINIZLA MI?

VİRÜSLE Mİ MÜCADELE EDELİM, SİZİN SAÇMALIKLARINIZLA MI?

Virüs tüm dünyayı sarmış, bütün ülkeler alarmda. 

Birçok devlet, devlet olmanın gereğiyle hareket ederek vatandaşının ihtiyaçlarını karşılamanın derdinde. Birçok ülkede vergiler erteleniyor, kiralar erteleniyor, faturalar erteleniyor. Birçok ülkede devlet yöneticileri vatandaşının bu süreç içerisinde rahat etmesi için çalışıyor. "Siz sağlığınıza dikkat edin, para işini biz hallederiz." diyorlar. Birçok ülkede vatandaşlar devletlerine güveniyorlar. 

Peki, bizim başımızdakiler? Kanal İstanbul dedikleri şey için dün (26 Mart 2020) ihale düzenlediler ve iki köprüyü taşımak için milyarlarca TL'yi ödeme planı yaptılar. 

Böyle devlet mi yönetilir? Bu nedir yahu? Biz bunu hak ediyor muyuz? 

Virüsle mi mücadele edelim, sizin saçmalıklarınızla mı?

Devletler (dikkat edin, devletler diyorum, insanlar veya devlet yöneticileri demiyorum) ne kadar ateist ise o kadar güçlüdür. 

Yani devlet güçlü olmak istiyorsa -ki her daim güçlü olmak devlet olmanın gereklerindendir- laik olmak zorundadır. 

Her neyse... Askeri konulara makûl miktarlarda yatırım yapılması gerekir. Asıl yatırım ise bilime; başta da tıp, biyoloji, sağlık ve coğrafyaya (jeoloji) yapılması gerekir. Bu da eğitim-öğretime yapılacak yatırımlarla doğru orantılıdır.

Şu anda bir sürü insan salgın dolayısıyla ücretsiz izne çıkarılmışken imamların şu anda hiçbir iş yapmayıp maaş almaları bir çelişki değil midir? Bunu onların gözüyle, haram-helâl ilişkisi içinde irdelersek, aldıkları maaş haram değil midir? Zaten bence dinî işlere hiç yatırım yapılmaması gerekir. Din gönül işidir. İnanç işidir. Din adamları zaten maaş almamalıdır.

Bu arada; salgınla ilgili alınan tedbirlerden toplu konut kredilerinde indirim, uçak biletlerinde indirim, cezaevlerindekileri dışarı salma gibi tedbirleri (?) anlayamadık. Anlayabilen varsa beri gelsin.

Şu an için (bu yazıyı yazdığım 27 Mart 2020 itibarıyla) sokağa çıkma yasağı yok. İlan edebilirler mi edemezler mi bilemiyorum. İlan ederlerse vatandaşın maddi ihtiyaçlarını karşılamak zorundalar. Bunu yapamazlar çünkü bununla ilgili ödenekleri bir güzel yediler. Hal böyle olunca "Herkes kendi OHAL'ini ilan etsin!" diyorlar. Ben devlet miyim? Ben vatandaşım. Ben askerlik yapıyorsam, vergi ödüyorsam, sen benim için sosyal devlet olmanın gereğini yerine getirmek zorundasın. Devlet, sosyal devlet olduğu sürece devlettir. Nedir sosyal devlet? Vatandaşın sağlık, eğitim, güvenlik ihtiyaçlarını ücretsiz karşılayan ve olağanüstü durumlarda vatandaşına somut yardımlarda bulunan devlettir.

18 TL'lik sigara vergisiz 1,9 TL. 12 TL'lik bira vergisiz 2,4 TL. 100 TL'lik mazot vergisiz 46 TL. 100 TL'lik benzin vergisiz 45 TL. 2.000 TL'lik maaştan kesilen vergi 700 TL. Bu kadar vergiyi "Başınızın çaresine bakın!" demeniz için mi veriyoruz? Bu arada lütfetmişler, birkaç ay elektiriğe zam yapmayacaklarmış. Allah razı olsun derdim de diyemiyorum, çünkü Tengri'ye inanıyorum.

Buradan da anlaşılıyor ki koronavirüsün yayılma oranıyla toplumun ciddiyet ve disiplini ters orantılıdır. Ciddiyet ve disiplin IQ ile doğru orantılıdır.


25 Mart 2020 Çarşamba

VİRÜS, DİN VE DEVRİM

VİRÜS, DİN VE DEVRİM

2019 yılının sonlarına geldiğimizde en büyük dinlerden olan Budizm dininin merkezinde koronavirüs patladı. 

2020 yılının ilk aylarında ise hastalık tüm dünyaya yayıldı ve tüm dünya kriz ve panik halinde. 

Şiilerin kutsal şehri olan İran'ın Kum şehrinde koronavirüs patladı. Kabe'den gelen Müslümanlara koronavirüsten dolayı herkes hortlak muamelesi yapıyor. 

Katolik Hıristiyanlığın merkezi İtalya koronavirüsten dolayı tamamen bitmiş durumda. Protestan Hıristiyanlığın merkezi diyebileceğimiz Almanya ve İngiltere resmen alarm durumunda. Ortadoks Hıristiyanlığın merkezi konumunda olan İstanbul'da da durum hiç içaçıcı değil.

Museviliğin merkezi İsrail'de de durum çevresindeki ülkelere göre kötü durumda. Haberlerde pek çıkmasa da bunu bilin.

Dünyanın en büyük dinlerinden Hinduizmin en yoğun olduğu Hindistan'da koronavirüse ek olarak kuş gribi salgını da başladı. 

Her türlü dini inancın karışık olduğu Amerika'da tam bir kaos havası var.

Dini inançlarla pek işi olmayan Kore, Norveç, İsveç, İzlanda, Finlandiya gibi ülkelerde durum diğerleri kadar kötü değil. 

Dünyanın hiçbir yerinde hiç kimse ibadethaneye gitmiyor. Dünyanın hiçbir yerinde hiç kimse din adamlarından medet ummuyor. 

Dinlisi, dinsizi vesairesi şu anda gözlerini dört açmış ve bilim insanlarından gelecek haberleri bekliyor. 

Dinlisi, dinsizi vesairesi şu anda tıp başta olmak üzere bilime güveniyor. 

Virüsün mutasyon geçirdiğini, bu şekilde daha tehlikeli bir hal aldığını evrim karşıtları bile konuşur oldu. Mutasyonun evrimin temel mekanizması olduğunu, yani evrimin bir gerçek olduğunu öyle veya böyle kabul etmek zorunda kaldılar. Evrimi reddettiklerini söylemeye devam etseler bile hiç fark etmez, mutasyon gerçeğini kabul etmişlerse evrimi de kabul etmişler demektir.

Devlet yöneticileri, özellikle de sağ politika geleneğinden gelen devlet yöneticileri, devlet olmanın gereğinin ne olduğunu anlamaya başladılar. Dolayısıyla sosyal devlet kavramının ne kadar önemli olduğu özellikle anlaşılmış oldu. 

Minicik bir virüs bence dünya devrim tarihine damgasını vurdu. Dünyadaki gelmiş geçmiş en büyük devrimci, koronavirüstür. 

Yazın bir kenara; 2020 yılı tüm dini inançların ölmeye başladığı ve sosyalist geleneğin devlet yönetimlerinde söz sahibi olmaya başlayacağı yıldır.


24 Mart 2020 Salı

SIX DEGREES OF SEPARATION

SIX DEGREES OF SEPARATION

"Six Degrees Of Separation" diye bir şey duymuş muydunuz? 

Bu ilginç bir teori. Kısaca açıklayayım: Dünyadaki herhangi iki insanın arasında sadece 6 kişi olduğuna dair bir teori... 

Yani doğru bağlantıları (ortak tanıdıkları) takip ettiğinizde en fazla 6 adım sonra dünyadaki herhangi bir kişi ile aranızdaki bağı görebilirsiniz. 

Bunu ilk okuduğumda bana anlamsız gelmişti. Sonra biraz düşününce şaşırmıştım. 

Bizzat kendimden örnekler vereceğim ki aklınızda canlansın. Mesela ben ve Putin veya ben ve Trump... Ablam, yani baldızım (eşimin ablası), Acun Ilıcalı'nın çok yakın bir akrabası ile evli. Yani benim bacanağım ile Acun Ilıcalı'nın babası kuzen. Acun Ilıcalı, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile direkt tanışan biri. Yani birbirlerini yakından tanıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Putin ve Trump ile doğrudan görüşüyor. Sayın bakalım, benimle Putin veya benimle Trump arasında kaç kişi var? 

Bir başka örnek sunayım. Bir Turgay abim var. Şahsen tanışıyoruz. Türkiye'deki en sıkı hard rock ve heavy metal sanatçılarından biridir. Turgay abi, heavy metal ile ilgili organizasyonlar yapan ve bu konuda tanınan biri olan Hicri Bozdağ ile tanışık biri. Hicri Bozdağ, dünyaca ünlü Iron Maiden grubu 1990'larda Türkiye'ye geldiğinde onlarla tanışmıştı. Iron Maiden grubunun kurucusu Steve Harris ile aramızda sadece iki kişi var. Ben Turgay abiyle tanışıyorum. Turgay abi, Hicri Bozdağ ile tanışıyor. Hicri Bozdağ, Steve Harris'le tanışmış biri. 

Danny Trejo ile aramda kaç kişi var ve bu kişiler kimler, bilmek isterdim. Ve Barış Manço'yla tanışmayıp beni tanıyan insanlarla Barış Manço arasında sadece bir kişi var. Barış Manço ile tanışıyorduk çünkü. 

Örnekler çoğaltılabilir. İlla ünlü kişilerle olacak diye bir şey yok. Siz farkında olmasanız bile aslında dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan ve sizden haberdar olmayan herhangi birine en fazla altı kişilik bir mesafedesiniz. 

Dünya küçük dedikleri sanırım böyle bir şey.


UZAKTAN EĞİTİM

UZAKTAN EĞİTİM

Bildiğiniz üzere, koronavirüs salgını ciddi anlamda bir sorun haline gelince ülkemizdeki okullara ara verildi.

Bu süreçte ilkokul, ortaokul ve lise öğrencisi olan çocuklarımız EBA ve televizyon kanalları aracılığıyla günün belli saatlerinde evlerinde ders görecekler.

Bu çalışmanın planını ve programını Milli Eğitim Bakanlığı yaptı ve duyurdu.

Ne ilginçtir ki bu yayın esnasında Adnan Menderes'in idamının animasyonu çocuklara "ders esnasında" izletildi.


Video:

Ders aralarındaki ilahili teneffüs aralarından bahsetmeme bilmem gerek var mı?

Bu nasıl bir zihniyettir ki koronavirüs salgını gibi tüm dünyada milyarlarca insanı olumsuz etkileyen olağanüstü bir durumda bile kendi siyasi propagandalarını hem de çocuklar üzerinden yapmakta bir sakınca görmüyorlar.

Milli Eğitim Bakanımız Ziya Selçuk bu olayın hemen ardından, "Bir haftada üç yeni kanal kurup içeriklerini hazırlamak için ben ve ekibim büyük bir gayretle çalıştık. Dersleri merkez alarak yüzlerce çekimin tamamını kontrol ettik. Bu yoğun süreçte, üzülerek ifade ediyorum ki, görev dağılımında kendilerine güvenerek denetleme ihtiyacı duymadığım ekibin hazırladığı etkinlik saati görüntülerini ben de onaylamıyorum ve çocuklara uygun olmadığını düşünüyorum. Nasıl ki okullarımızdaki içeriklere hassasiyet gösteriyorsak, yayınlara da göstereceğiz. Hepimiz için yeni ve zorlu bir süreç. Bu konuda sizlerin de anlayışınızı rica ederim. Gözden kaçırdığım birkaç dakikalık bir görüntünün üzerine titrediğim sisteme verdiği zararı konuşuyor olmanın ne kadar rahatsız edici olduğunu anlatamam." şeklinde bir açıklamada bulundu.

Gerçi bir Milli Eğitim Bakanımızın geçtiğimiz yılki seçim sürecinde Milli Eğitim Bakanlığı sitesinden kendi belediye başkan adaylarına oy istediklerini de unutmuş değiliz. Yani eğitim politikalarının belediyelerle veya belediye seçimleriyle ne ilgisi varsa, Milli Eğitim Bakanlığı sitesi üzerinden resmen siyasi propaganda yapmışlardı.

Buna şaşırmamıştım. Çünkü Milli Eğitim Bakanı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Binali Yıldırım'ın vaatlerini paylaşıp duruyordu:



İstanbul'a belediye başkanlığı yapacak kişinin kim olduğunun veya adayların seçilmeleri durumunda İstanbul için ne yapıp ne yapmayacaklarının eğitim sistemimizle ne ilgisi olabilirdi?

Ama oldu işte. Milli Eğitim Bakanı, eğitim sistemine siyaset sokmuştu.

2019'daki belediye seçimleri öncesinde Milli Eğitim Bakanlığı resmi sitesinde İstanbul'a belediye başkan adayı olan Binali Yıldırım'ın siyasi propagandasının ekran resimleri:



Şimdi de EBA'da ekran başında ders gören minicik çocukların üzerinden kendi siyasi propagandalarını yapıverdiler. Koronavirüs salgınını bile fırsat bilip küçücük çocuklara siyasi propaganda yaptılar.

"Milli Eğitim Bakanı derhal istifa etsin!" diyemem. 

Demem. 

Çünkü bu memlekette istifa kültürü yoktur. Bahaneler vardır.

23 Mart 2020 Pazartesi

SERRA YILMAZ

SERRA YILMAZ



Serra Yılmaz'ı biliyorsunuzdur, duymuşsunuzdur. Tiyatro, sinema ve dizi oyuncularımızdan biridir.

Farklı biridir.

Biz onu genelde ilginç çıkışlarından biliriz.

Ateist olduğunu, Allah'a inanmadığını söylemişti. Bunu söylediğinde şimşekleri üzerine çekmişti, sanki ateist olmak ayıp bir şeymiş gibi.

Neyse, Serra Yılmaz'ın ateist olmasıyla ilgili söyleyebileceğim bir şey yok. İnançsızlığına saygı duyuyorum.

Koronavirüsün dünya çapında salgın haline gelmesinden sonra bazı ülkeler diğerlerine göre çok daha fazla etkilendiler. Salgından en çok etkilenen ülkelerden biri de İtalya oldu.

Serra Yılmaz epey uzun zamandır İtalya'da yaşıyor.

Son zamanlarda tüm dünyanın gündemi koronavirüs olunca ve gözler İtalya'ya çevrilince sosyal medya mecralarında Serra Yılmaz'ın İtalya'da yaşamak istemediğini, Türkiye'ye geri dönmek istediğini söylediğine dair söylemler ortalıkta dolaşmaya başladı.

Hal böyle olunca da başta ülkemizin milliyetçi ve muhafazakâr kesimi Serra Yılmaz'a saydırmaya başladı.

Serra Yılmaz'a saydırırlarken de "Türk olmak benim suçum değil!" şeklindeki bir cümlesini hatırlatıp nefretlerini tek tek sıraladılar.

Serra Yılmaz'ın bahsi geçen videosu:


Serra Yılmaz'ın "Türk olmak benim suçum değil!" şeklindeki söylemini de dikkate alarak, koronavirüs salgınında İtalya'nın dibe vurmasından sonra Türkiye'ye gelmemesi gerektiğini ifade ederek kendisine nefret dolu sözler söyleyen birçok ünlü veya ünsüz insan oldu sosyal medya mecralarında.





Bu şekilde birçok tepki var Serra Yılmaz'a karşı.

Yukarıdaki videoyı öne sürerek Serra Yılmaz'a saydıranlara dair benim de birkaç söyleyeceğim şey var açıkçası.

Öncelikle ifade etmek istiyorum, ben Gök Tanrı'ya inanan ve Türkçü Turancı düşünceyi benimsemiş bir insanım. Serra Yılmaz gibi sol tandanslı insanlara göre "faşist, kafatasçı, ırkçı" biriyim.

Ama bu duruma farklı bir açıdan bakıyorum.

Bir Türkçü Turancı olarak bazen ben bile "Ulan ben neyin, kimin milliyetçiliğini yapıyorum?" diyerek bu topluma kızıyorum.

Bu toplumun çoğu zaman oportunist (çıkarcı) olduğunu, güç durumlar karşısında davranışlarını ahlâk ilkelerine veya düzenli bir düşünceye göre değil de kişisel çıkarlarına en uygun düşecek biçimde ayarlayan insanların bu toplumun çoğunu oluşturduğunu biliyorum ve görüyorum.

Üstelik bu konuda önümüzde sayısız taze ve somut örnek var.

Mesela bir insanın paraya ihtiyacı var, acil olarak 50.000 TL lâzım. Ve bu insanın bir de arabası var, 60.000 TL'den aşağıya gitmez. Bu insanın en yakın arkadaşı, arkadaşım dediği kişinin ciddi bir kriz yaşadığını bile bile 60.000 TL'lik arabayı 50.000 TL'ye alabiliyor. Üstelik bunu hiç utanmadan, sıkılmadan sağda solda anlatabiliyor. "Falanca arkadaşımın acil paraya ihtiyacı vardı, 60.000 TL'lik arabasını bana 50.000 TL'ye sattı." deyip bu kâr ile mutlu olabiliyor. Buna benzer şeyleri sık sık duyup görüyoruz tarafımızdan.

Evini pırıl pırıl yapıp camdan halı veya kilim silkeleyen bir sürü geri zekâlı var bu memlekette.

İki metre ötedeki çöp kutusuna çöpünü atmaya üşenip de yere veya denize çöpünü atan sığırlarla dolu ortalık.

Elazığ'daki depremden hemen sonra bu durumu bir fırsat gören sayısız ev sahibi kiralara zam yaptı.

Atatürk Havalimanı'nda terör saldırısı yapıldığında taksicilerin dövizle kontak açtıklarını unutmadık.

Daha yeni bir durum, koronavirüs salgınından hemen sonra 10 TL'lik maskeyi 500 TL'ye satmaya kalkışan şerefsizler de bu toplumdan çıktı.

Yanlış anlaşılmasın. Halen milliyetçiyim. Türk olmakla gurur duymaktayım. Soyum sopum da bellidir. Toplumun hepsinin fırsatçı, üçkâğıtçı olduğunu söylemiyorum. Bu tiplerin toplumumuzda çok ama çok fazla sayıda olduklarını söylüyorum. Yani fırsatçı, çıkarcı, cahil, sorumsuz o kadar çok insan var ki bu toplumda; bir Türkçü Turancı olarak ben bile lânet okuyorum.

Serra Yılmaz gibi sol tandanslı biri ne yapsın?

21 Mart 2020 Cumartesi

SALGIN VE CİDDİYET

SALGIN VE CİDDİYET 

Bugün gazetede bir haber okudum. "Dünyaya yayılan salgının Almanya'yı teğet geçmesini, dünya mucize olarak adlandırıyor." diyordu haberde. 

Mucize falan değil. Devlet ciddiyeti ve toplumsal disiplinle ilgili bir durum. 

Çin'de hastalık geriledi. Neden? Çünkü devlet ciddiyeti ve toplumsal disiplin en üst düzeyde. 

Almanya'da da aynı durum söz konusu, yani kesinlikle lakayt değiller. 

Fransa, İspanya ve İtalya gibi Latin ülkeleri ters köşeye yattı. Neden? Çünkü bunların da dâhil olduğu Akdeniz ülkelerinde bir rahatlık, lakaytlık ve gevşeklik durumu her alanda var. 

Bunlar genelde iş işten geçene dek hiçbir şeyi ciddiye almazlar. Faturalarını bile son güne bırakan lakayt toplumlardır. 

Bizde de böyle. Dua ederek salgınla mücadele etmeyi ciddi ciddi düşünen herifler var ve bunlar öyle sıradan halk değil, akademisyenlikten gelme politikacı adamlar. 

Umreciler var (bu aralar çok fena taktım onlara), bunlar Arabistan'a gidip gelene kadar Türkiye'de vaka yoktu. Bunlar yurda döner dönmez salgında resmen bir patlama yaşandı. Bütün ülkeyi şu anda tehdit ediyorlar. Camiye gitmek istiyorlar, toplu alanlarda bulunmakta sakınca görmüyorlar, "Abdest alan adama virüs dokunmaz." bile diyebiliyorlar. Şaka değil, gerçek. 

Yani çok ciddi anlamda bir lakaytlık söz konusu bizde ve bizim gibi "sıcakkanlı" olarak tanımlanan milletlerde. 

Ama Almanya'da ölüm sayısı vaka sayısına oranla çok az. Çin bu hastalığı neredeyse yendi. 

Aşağıdaki bağlantıda koronavirüsün nerelerde yayıldığına dair istatistik bilgilerinin yer aldığı ve çevirimiçi olarak sürekli güncellenen bir harita var. Bu haritayı bir inceleyin. 


Mesela; bu yazıyı yazdığım 21 Mart 2020 tarihi itibarıyla; 
  • Almanya'da doğrulanmış vaka 19.000 küsür, ölüm sayısı ise 68 olarak girilmiş. 
  • Finlandiya'da doğrulanmış vaka sayısı 450, ölüm sayısı sıfır olarak girilmiş. 
  • Danimarka'da doğrulanmış vaka sayısı1.300 küsür, ölüm sayısı 9 olarak girilmiş. 
Yukarıda üç örnek sundum, yeterli olduğunu düşünüyorum. Sürekli güncellenen haritayı yukarıdaki bağlantıdan inceleyebilirsiniz. 

Bu gibi ülkeler devlet ciddiyeti olan toplumların yaşadığı ülkelerdir. Bizim gibi toplumlar onları genelde "soğuk insanlar" olarak nitelendirirler. Ama o ülkelerde bir devlet ciddiyeti vardır. Toplumsal disiplin vardır. Toplumsal sorumluluk duygusunun en üst düzeyde olduğu ülkelerdir. 

Bizim gibi "sıcakkanlı" olmakla her zaman övünen ülkelerde ise "Bize bir şey olmaz!" zihniyeti hâkimdir. Katı ve bağnaz bir din anlayışı vardır. Her şeyin dua ile çözülebileceğine, kaderde ölüm varsa ölüme her ortamda yakalanabileceğine inanan milyonlarca insan vardır. Dolayısıyla tedbir almayı sevmezler, tedbir alanla da dalga geçerler. 

Her şey ortada. Bizim basının "mucize" olarak nitelendirdiği şey gerçekte "devlet ciddiyeti ve toplumsal disiplin"dir. Ama bizim gibi lakayt ve ciddiyetsiz toplumlarda devlet ciddiyeti ve toplumsal disiplin beklemek mucize beklemek gibi bir şeydir.


19 Mart 2020 Perşembe

KORONAVİRÜSÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

KORONAVİRÜSÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Bu yazıyı yazdığım 19 Mart 2020 tarihi itibarıyla ülkemizde vaka sayısı 200'e yaklaşmış, resmi açıklamalara göre ölüm sayısı 2'yi bulmuş. Ancak biraz önce gazeteden baktığımda, geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden emekli orgenerallerimizden Sayın Aytaç Yalman'ın kesin ölüm teşhisinin de koronavirüs olduğunu öğrenmiş oldum:


Bazı mekânlar tedbir amaçlı olarak kapatıldı. Okullar tatil edildi, kafeler kapatıldı, barlar kapatıldı, spor salonları kapatıldı, kıraathaneler kapatıldı. Camilerle ilgili olarak da duyurular yapıldı ve vakit namazlarının camilerde değil de evlerde kılınması önerildi.

Bazı Müslümanlar epey bir saçmaladılar. "Allah'ın verdiği canı Allah alır. Allah'ın izniyle hiçbir şey olmaz. Keşke camide ölsem." diyorlar. Bu durum sorumsuzluğun daniskasıdır. İddia ediyorum, camide biri koronavirüsten dolayı yığılıp kalsa, bunlar arkalarına bakmadan kaçarlar. Cenazeye bile gitmezler. Ne cenazesi, direkt kireç kuyusuna atarlar.

Video:


Müslümana, namaz kılan birine koronavirüs bulaşmazmış. Kutsal topraklarda (Suudi Arabistan'da) koronavirüs yokmuş, olamazmış. Aşağıdaki videodaki şahıs böyle diyor. Bu zihniyet, koronavirüsten çok daha tehlikeli ve çok daha zararlıdır.

Video:


Bir tane teyze de kendisiyle röportaj yapan gence "Koronavirüs camiye girmez. Camiler kapanmaz, kıyamet alâmeti olur. Bizi melekler koruyor. Abdest alan adamlarda virüs olmaz." diye saçmalıyor. Evet, bunun adı saçmalamaktır. Yani ne desem bilemedim. Bunlarla aynı memlekette yaşıyoruz. Röportajı yapan genç, umreden gelenlerin bazılarında koronavirüs saptandığını ve bununla ilgili olarak hacıların karantinaya alınacağını söylüyor ama teyze dinlemiyor.

Video:


Umre demişken... Umreden gelenler ciddi anlamda risk grubundadırlar. Çünkü dünyanın dört bir yanından Kâbe'ye giden Müslümanlar kalabalık bir ortamda ibadetlerini yerine getiriyorlar. Virüs için daha uygun bir ortam ayarlanamazdı sanırım. Dolayısıyla umreden gelenler için karantina kararı çıktı.

Öte yandan, hangi dine inanırsa inansın, inançlı insanların çok büyük bir şok yaşadıklarını görüyorum. Dinî inançlarıyla gerçeklerin arasında kaldılar.

Video:



Bu arada, salgın bir hastalıkla ilgili olarak alınan karantina kararına uymayanlar TCK'nın 195. maddesine göre suç işlemiş oluyorlar. Ben de bunu yeni öğrenmiş oldum:

"Madde 195: Bulaşıcı hastalıklardan birine yakalanmış veya bu hastalıklardan ölmüş kimsenin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca alınan tedbirlere uymayan kişi, iki aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."


Umreden gelenlere sorsak; kul hakkından bahsederler, temizlik imandan gelir derler, ama birçoğunun (en azından haberlerde izlediklerimizin) bundan haberleri yok.

Devlet umreden dönen vatandaşları tedbir amacıyla öğrenci yurtlarına yerleştirdi. Bu yurtlara yerleşen hacılar koşulları beğenmediler. Ve yurtlardan "Ahır!" diye bahsettiler. O yurtlarda üniversiteli gençler yıllarca yaşıyor. Ve bu gençler en ufak bir şeye kızıp isyan ettiklerinde bu hacı hoca takımı tarafından "hain, vatan haini, anarşist" olarak nitelendiriliyor. Şimdi umarım o gençlerle empati kurabilmişlerdir diyeceğim ama ben bunların umutsuz vaka olduklarını düşünüyorum. Umarım ben yanılıyorumdur. Umrecilerden sonra salgında patlama oldu. Bu zihniyet koronavirüsten daha tehlikeli. Yeryüzünde bunlardan daha cahil, daha sorumsuz, daha küstah bir güruh yoktur. Sen ibadet edeceksin diye biz mecbur muyuz senin mikrobuna katlanmaya?

Öğrencilerin yıllarca kaldıkları yurtları ahır olarak nitelendiren hacılar:


Toplum sağlığını hiçe sayarak karantinadan kaçmaya çalışan hacılar:


Karantina demişken, başka ülkelerden geldikleri için insanları karantina alanına götürmek üzere yola çıkan otobüsü kolluk kuvvetleri yolda durduruyor. Sivil Havacılık Dairesi Müdürü Mustafa Sofi'nin kızı Güzide Sofi, otobüsten indiriliyor ve götürülüyor. Otobüsteki diğer yolcular da bu duruma itiraz ediyorlar doğal olarak. Tüm dünyayı kasıp kavuran ve yüzbinlerce insana bulaşıp binlercesini öldüren koronavirüs gibi korkunç bir durumda karantina olayında bile torpil koyan zihniyete ne desem bilemedim.

Video:


Geçenlerde bir sitede bir cümle okudum. İlginç bir bakış açısıydı, sizinle paylaşmak isterim. "Belki de doğanın virüsü bizlerdik, aşısı da korona oldu." diyordu.

Bu sözü destekleyen türden fotoğraflar gördüm sağda solda.

Mesela İtalya'da ülke çapında karantina ilan edilince Venedik'teki sular berraklaşmış. Öyle berraklaşmış ki sudaki minik balıklar bile net bir şekilde görülebiliyor ve kanallar artık kuğuların olmuş.




Bu durumu destekler nitelikte bir haber de ESA'dan (Avrupa Uzay Ajansı) geldi.

İnsanların evlere kapanmasıyla hava kirliliğinin azalması arasında doğrudan bir ilişki var.

ESA'dan aldığım aşağıdaki haritada, İtalya'daki hava kirliliğinin koronavirüsten önceki ve sonraki hali görülüyor:


Benzer bir şekilde bu haritada da Çin'deki hava kirliliğinin koronavirüsten önceki ve sonraki hali görülüyor:

Koronavirüs karantinası sonrasında Çin'de hava kirliliği azaldı.

Dünyayı bir canlı olarak kabul edersek, biz insanlar dünyanın başına bela olmuş virüsler gibiyiz. Koronavirüs belki de dünyanın bize karşı ürettiği bir aşıdır. Gerçekten ilginç bir görüş. Tuttum bunu.

Aslında benzer fikirleri ben de "EY MODERN İNSAN!" ve "ÇOCUK" adlı yazılarımda bir süre önce sizlerle paylaşmıştım.

Bu seferki paylaşımımın özetine gelirsek, yani koronavirüsün düşündürdükleri kısmına gelirsek özetle şunları ifade edebilirim:

İnsanlık tüm teknolojik gelişmelerine karşın doğa karşısında halen aciz durumdadır. Mikroskopla bile görülmeyen, sadece elektron mikroskoplarında görülebilen minicik bir virüs bile milyarlarca insana aynı anda kâbus yaşatabiliyor.

İnsanların dini inançları ne olursa olsun küresel çapta bir kriz anında çare sadece bilimden gelir. Hangi dine ait olursa olsun ibadethaneler küresel çapta krizler için bir çözüm merkezi değildir. Bu arada sekiz bakanlığın toplam ödeneği kadar ödeneğe sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın koronavirüsle ilgili yaptığı tek çalışma, herkesin kendi tespihini ve kendi takkesini kullanması üzerine tavsiyelerden öteye geçmedi.

Bilim demişken, Refik Saydam'ı duymuşsunuzdur. Atatürk'ün silah arkadaşı idi. Koronavirüsle ne ilgisi olduğunu merak edeceksiniz. Bugün Uğur Dündar'ın köşe yazısını okuduğumda ben de yeni bir şey öğrenmiş oldum: TÜRKİYE KORONAVİRÜS AŞISINI ÜRETEBİLİRDİ

Ve Samsun'un yerel bir gazetesinde yazar olan Mehmet Yazıcı da Uğur Dündar ile aynı konuya değinmiş: KORONANIN ÖĞRETTİĞİ

Mehmet Yazıcı'nın bugünkü yazısından ilgili bölümü paylaşıyorum (yazının tamamını yukarıdaki linkten açıp okuyabilirsiniz):

"Dr. Refik Saydam çok önemli bir mikrobioyoloji uzmanıydı. Atatürk’ün silah arkadaşıydı… Balkan ve 1. Dünya Savaşlarında Türk ve Alman ordusunu kırıp geçiren TİFÜS hastalığının aşısını geliştirdi. Bunun üzerine tıp literatürüne girdi. Yüzbinlerce askerimizi ölümden kurtardı. Daha sonra Dr. Refik Saydam Sağlık Bakanı yapıldı. Ve ardından da Türkiye Cumhuriyeti'nin 4. Başbakanı oldu.

Türkiye’nin ilk doğum ve çocuk hastanelerini kurdu. Kendi adına kurulan Dr. Refik Saydam Hıfsısıhha Enstitüsü'nde veba, kolera, sıtma ve verem aşılarının seri üretimi yapıldı… Yerli ve milli aşılar hep orada üretildi.

Türk doktorları burada bilimsel çalışmalar yapardı. Dr. Refik Saydam, 1942 yılında yaşamını yitirdi. Ama yetiştirdiği öğrencileri onu aratmadı. Öğrencileri tarafından geliştirilmiş birçok virüs aşısı üretildi. Özellikle halk dilinde verem denilen tüberküloz aşısı sayesinde Türkiye’de veremin kökü kurutuldu.

İşte bu önemli kurum, Emsal kurum ve diğer kuruluşlar gibi, 26 Ağustos 2011 tarihinde kapatıldı."

Mehmet Yazıcı'nın yazısının tamamını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.

Düşünebiliyor musunuz? Mikrobiyoloji ve sağlık alanında çok önemli çalışmalar yapan ve geçmişte askerlerimizi salgından kurtaran bir kuruluş 2011 yılında kapatılmış. Kapatılmasaydı bugün koronavirüse karşı bir aşıyı belki de bizim bilim insanlarımız bulabilecekti.

Böyle kuruluşları kapatıp bol bol cami veya imam hatip okulu açmakla ne elde etmeye çalışıyorsunuz? Gerçi ne elde etmeye çalıştıklarını aklı başında olan herkes iyi biliyor. Gariban vatandaşın dinî duyguları siyasete ve ticarete alet edilecek ki bunun üzerinden siyaset yapılsın. Kendi çocukları kolejlerde ve başka ülkelerin en iyi okullarında eğitim görürken dinî duygularını sömürdükleri vatandaşlar imam hatip okullarında eğitim görsün. Gerçi yukarıda paylaştığım videoların bazılarında o gariban vatandaşın halini de gösterdim.

Bu arada koronavirüs dünyadaki tüm dengeleri değiştirecek gibi görünüyor. Mesela insanların dini inançlara bakış açılarında değişmeler oldu. Kendi çevremden biliyorum. Müslüman olmalarına karşın umreye gidenlere öfkelenenler var. Bir başka durum da AB (Avrupa Birliği) ciddi bir sıkıntıya girdi. Avrupa ülkelerinin arasında sınır, vize vesaire yoktu. Avrupa bir bütündü. Ama hastalık en çok İtalya'da etkili oldu. İtalya diğer Avrupa ülkelerinden yardım talep etti ama diğer ülkeler oralı bile olmadılar. İtalya'nın yardımına Çin koştu. Çin hastalıkla boğuşmuyor mu diye merak edeceksiniz, Çin'de kısa zaman sonra her şey normale dönecek. Hastalık düşüşe geçti. Tek nedeni, Çin'in aldığı çok sıkı ve sert tedbirler. Mesela salgının ilk zamanlarında Çinli kolluk kuvvetleri insanları evlerine sokmak için zor kullandılar. Hatta bazılarını vurdular. Bununla ilgili videoları izleyen yurdum insanı "Kendi halkına bunu yapan başkalarına ne yapmaz?" diye tepki verdi. Çin doğru olanı yaptı. Olağanüstü durumlarda olağanüstü tedbirler alınır çünkü. Peki, İtalya'da ne oldu? Hastalık İtalya'da en zengin bölgesi olan kuzeyi, Lombardiya bölgesini vurdu ilk önce. Demokrasi hesabına, sert tedbirler alınmadı ve karantina kararı çıkar çıkmaz hastalık taşıyıcısı insanlar İtalya'nın her tarafına kaçışarak hastalığı yaydılar. Özetle, bu durum insanların demokrasiye dair fikirlerini bile değiştirebilir.

Şimdilik paylaşacaklarım bu kadar. Sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim.

17 Mart 2020 Salı

FACEBOOK'UN ALGORİTMALARI BİR GERİ ZEKÂLIYA AİTTİR!

FACEBOOK'UN ALGORİTMALARI BİR GERİ ZEKÂLIYA AİTTİR!

Facebook denen site ile ilgili daha önce bir şey yazmıştım:


Kısaca, bu sitenin kafasına göre kısıtlama ve yasaklama yaptığından bahsetmiştim ve çifte standart uyguladığını ifade etmiştim.

Bu seferki yazı da buna benzer, ama biraz daha farklı bir konu.

Konu yine Facebook'un ilginç kısıtlamaları ve yasaklamaları üzerine.

Bugün bir gazeteden alarak paylaştığım haberle ilgili olarak -sanırım Facebook algoritmalarından kaynaklı- anında ceza yedim. Yani paylaş butonuna basmamla birlikte, saniyesinde ceza yedim. Dolayısıyla bir şikâyet etme söz konusu değil.

Cezama dair öne sürülen gerekçe ise çıplaklık ve cinsellik idi. Buna itiraz ettim, yeniden incelendi, paylaşımımın topluluk standartlarını ihlâl etmediğine bana dair bilgi verildi.

Paylaşımım, Sözcü gazetesinin bir haberi idi. Sosyal medya maymunu bir kadın, koronavirüsle ilgili dikkat çekmek için bir yolcu uçağının tuvaletindeki klozeti yalarken kendisini videoya çekmişti.

İşin içine tuvalet, klozet, yalama konusu girince Facebook'un lanet yapay zekâsı bunu bir pornografik paylaşım olarak algılıyor. Daha önce de My Dying Bride grubunun bir klibini paylaştığım için ceza yemiştim. Rammstein, Belphegor gibi metal müzik gruplarının müziklerini paylaştığımda da aynı durum olmuştu.

Sabahtan akşama kadar iki harfli ve üç harfli organlarının videolarını ve fotoğraflarını paylaşan kadın ve erkek fahişelere hiçbir şey olmuyorken bir haber linkini paylaşır paylaşmaz ceza almam, yapay zekâ denen şeyin ne kadar hatalı ve saçma bir bok olduğunun adeta ispatı konumunda.

Bahsi geçen paylaşımım zaman tünelimde duruyor, en son yaptığım paylaşım. Ancak, topluluk standartlarını ihlâl etmememe ve böyle bir ihlâlin olmadığı bana Facebook tarafından bildirilmesine rağmen halen paylaşım yapamıyorum ve 7 gün cezalı olduğum yazıyor. Cezalıysam, paylaşımım topluluk standartlarını nasıl ihlâl etmiyor? Paylaşımım topluluk standartlarını ihlâl etmiyor ise neden 7 gün ceza aldım? Facebook bunu cevaplayamıyor.

Bunlar tam anlamıyla geri zekâlı.

Paylaşımım şu idi (ekran görüntüsüdür):


Saniyesinde gelen uyarı (ekran görüntüsüdür):


İtirazım üzerine biraz sonra gelen cevap (ekran görüntüsüdür):


Gelen cevapta da gördüğünüz üzere, paylaşımımın topluluk standartlarını ihlâl etmediğini uyarım üzerine fark etmişler. Ama ben halen hiçbir paylaşım yapamıyorum ve 7 gün boyunca bu durumun bu şekilde devam edeceği yazıyor anasayfamda?

Sonuç olarak;

Yapay zekâ gerçekten zararlıdır. Basit ve dandik bir sosyal medya sitesinde bile bu şekilde hata yapabilen yapay zekâ, ileride her alanda kullanıldığında savaş bile çıkartabilir (bilim-kurgu filmlerindeki gibi).

Ayrıca, başta da belirttiğim gibi Facebook'un algoritmalarını hazırlayan hıyar kim ise tam bir geri zekâlıdır. Bu ancak profesyonel bir geri zekâlının elinden çıkma bir bok olabilir. Daha başka bir şey olamaz.

Ulan! Milyar küsür insanın kullandığı, dünyada en çok kullanılan ve giriş yapılan bir site olduğunuzu söyleyip duruyorsunuz. Kurucunuz olan Mark denen herif dünyanın en zengin heriflerinden biri. Ama bütün işleri saçma sapan bilgisayarlara ve dangalakça algoritmalara teslim etmişsiniz.

İyi halt etmişsiniz!

16 Mart 2020 Pazartesi

HİJYEN VE ÖNLEM

HİJYEN VE ÖNLEM

Devletimiz önlemlerini aldı. Sıra geldi vatandaşın kişisel önlemlerine.
  1. Zorunlu olmadıkça dışarı çıkma. Yani gezip tozmak veya eğlenmek için dışarı çıkma.
  2. Alışveriş yaptıktan sonra, aldığın ürünleri mutlaka sabunlu suyla yıka. Mesela ambalajlı bir ürünü buzdolabına koymadan önce sabunlu suyla yıka.
  3. Dışarı çıkmak zorunda kaldıysan, eve döndüğünde mutlaka banyo yap ve dışarıdayken üstünde olan kıyafetlerini çamaşır makinesine at.
  4. Dışarı çıkmak zorunda kaldıysan, eve döndüğünde telefonunu kolonyalı bezle mutlaka silerek temizle.
  5. İnsanlarla tokalaşma. Başka ülkelerden gelenlerle yanyana bile gelme.
Yukarıda çok önemli beş maddeyi saydım. Şimdi de şahsî günlük rutinimden bahsetmek istiyorum. Aşağıda okuyacağınız şeyleri ben normalde de yapıyorum. Bundan dolayı arkadaşlarım benimle dalga geçiyorlardı ama artık bana hak veriyorlar.

Yeni bir durum değil, günlük rutinimiz:

Eve geldiğimde telefonun kılıfını çıkartıp girişteki portmantoya bırakırım. Telefonu kolonyalı bezle temizlerim. Evde kullandığım diğer kılıfı takarım. Evde kullandığım kulaklıkla ev dışında kullandığım kulaklık bile ayrıdır. Hatta evde saçlarımı bağladığım lastik ile dışarıda saçlarımı bağladığım lastik bile ayrıdır. Dışarıda kullandığım saat, yüzük, bileklik, kolye, künye, küpe gibi takıları bile yıkayıp yerlerine koyarım.

Daha sonra üstümü başımı değiştirip banyoya girerim. Banyodan sonra ev kıyafetlerimi giyer, ondan sonra oturma odamıza geçerim. Oturma odasında giydiğim kıyafet farklı, yatağa girdiğim kıyafet farklıdır. Yatak kıyafetiyle salona bile geçmem.

Dışarıda kullandığım hiçbir eşya (girişte kolonyalı bezle sildiğim telefon hariç) hiçbir şekilde antreden öteye geçmez. Kalem, çanta, cüzdan, çakmak vesaire dâhil.

Dışarıda biriyle tokalaşmak zorunda kalırsam ellerimi mutlaka yıkarım. Dışarıda yemek yemeden veya bir şey içmeden önce ellerimi mutlaka yıkarım. Ellerimi yıkayabileceğim bir ortamda değilsem kesinlikle bir şey yemem ve içmem.

Akvaryumuma müdahale etmeden önce ellerimi mutlaka yıkarım. Akvaryuma müdahale ettikten sonra da ellerimi mutlaka yıkarım. Hem kendi sağlığım, hem ailemin sağlığı, hem de sorumluluğunu üstlendiğim canlıların sağlığı için bu da olmazsa olmazlarım arasındadır.

Evde bile yere düşen herhangi bir şeyi temizlerim (kalem, şarj cihazı gibi).

Evdeyken kapı çalarsa, dış kapıyı açıp kapattıktan sonra bile elimi yıkarım.

Meyveleri mutlaka sirkeli suda bekletirim. Tuzlu suyla iyice yıkayıp durulamadan yemem.

Kolay kolay misafir kabul etmem. Hatta hiç etmem. Hiç kimseye de misafirlik için gitmem. İnsanlarla görüşeceksem ev dışında ve bildiğim bir mekânda görüşürüm.

Sokaktaki hayvanlara kolay kolay dokunmam. Hatta hiç dokunmam. Evcil bir hayvana dokunursam ellerimi mutlaka yıkarım.

Parayla temas ettiğimde ellerimi yıkayana kadar hiçbir yiyecekle ve içecekle temas etmem.

Bunlar şaka değil. Bunlar bizim rutinimiz. Ve bundan dolayı da gayet rahatım. Siz buna obsesif kompülsif bozukluk diyebilirsiniz, ben kişisel hijyen derim.

Hem kendim pimpirikli olduğum için, hem de eşimde alerjik astım olduğu için kişisel hijyenle ilgili standart uygulamamız bu şekildedir.

Ve kolay kolay da hasta olmayız. En ağır gribi bile iki veya üç günde atlatırız.

Sizlere de tavsiye ederim.


14 Mart 2020 Cumartesi

ÇOCUK


ÇOCUK

Türkçü Turancı kimliğimi bir kenara bırakarak önemle belirtiyorum.

Ey dünyanın yetişkinleri! Bu dünyada siyasi amaçlarınız uğruna, açgözlülüğünüz uğruna, saçma sapan içgüdüleriniz uğruna etrafa kötülük saçıp durdunuz.

Ama acıyı en çok çekenler hep çocuklar oldu. Türk, Arap, Ermeni, Afrikalı, Alman, İtalyan, Yunan, Japon, Rus, Çinli, Kürt, Çingene vesaire fark etmeksizin; bu dünyadaki çocuklar hep siz yetişkinlerin dizginleyemediğiniz vahşilikleri yüzünden öldürüldü veya acı çekti.

Ve 2020 yılının başlarında öyle bir virüs sardı ki dünyayı, çocuklara hiç dokunmadı.

Bir virüs kadar bile olamadınız.

Ders alır mısınız, bilmiyorum. Umarım alırsınız.

Hiçbir ideal, hiçbir siyasi düşünce, hiçbir dinî inanç; bir tek çocuğun bile gözyaşlarından daha değerli olamaz.


11 Mart 2020 Çarşamba

KORONAVİRÜS

KORONAVİRÜS

Dünyada her yıl ortalama 1.000.000.000 insan grip oluyor ve 3.000.000 ile 5.000.000 insan gripten dolayı hastaneye yatırılıyor.  Her yıl 300.000 ila 500.000 kişi gripten dolayı ölüyor.

Dünya çapında koronavirüs şu ana dek yaklaşık olarak 120.000 kişiye bulaştı. Yaklaşık olarak 5.000 kişi koronavirüsten dolayı hayatını yitirdi. Bu yazıyı yazdığım 11 Mart 2020 tarihi itibariyle durum bu.

Şimdi grip ve koronavirüs arasındaki sayıları kıyaslayın.

Kişisel hijyene dikkat ettiğiniz sürece bir sorun yok. Gripten daha tehlikeli değil.

Peki, kişisel hijyen anlamında neler yapabilirsiniz?

Bu konuya girmeden önce virüsler hakkında biraz özet bilgi vermek istiyorum.

Virüs, sadece canlı hücreleri enfekte edebilen ve böylece replike olabilen mikroskobik enfeksiyon etkenleridir. Bilim dünyası virüslerin canlı olup olmadıklarını tartışmaktadır. Virüsler ve canlı hücreler, DNA veya RNA, ve proteinler gibi ortak bileşiklere sahiptirler. Lâkin biyokimyacı Wendel Stanley'nin tanımına göre virüsler biyolojik moleküllerden "basit" oluşumlardır. Organik moleküllerin kendi kendilerine yapısallaşma özeliklerinin bir sonucudurlar ve dolayısıyla canlı sayılmazlar. François Jacob da virüsler hakkında "Bir kültür ortamına yerleştirildiklerinde virüslerin bir metabolik faaliyeti yoktur, enerjiyi ne üretebilirler ne de kullanabilirler, ne büyür ne çoğalabilirler, canlıların bu ortak özelliklerinden hiçbiri yoktur onlarda." der. Virüsler ancak canlı bir hücrenin enzimlerini kullanarak çoğalabilirler. Ayrıca, virüsler DNA veya RNA'dan birine sahip olsalar da, canlı hücrelerde olduğu gibi bunların ikisi birden yoktur.

Koronavirüs aslında çok yaygın olan bir virüs türüdür. 2020 yılının başlarında Çin'den yayılan alt türü ise daha saldırgan bir yapıya sahiptir.

Koronavirüsün belirtileri kısaca yüksek ateş, boğaz ağrısı, öksürük, nefes darlığı, solunumda zorluk ve ishal şeklindedir. İleri safhalarda zatürre ve böbrek yetmezliğine neden olabilmektedir. Risk grubu yaşlı insanlar, bağışıklık sistemi zayıf olan insanlar, hamilelerdir. En çok 80 yaş ve üzerini etkilemektedir. Ortalama 40 yaşındaki bireylerde ölüm riski %0,2 civarındadır.

Kişisel hijyen anlamında alabileceğiniz önlemlere değinmek gerekir ise;
  • Ellerinizi dirseklerinize kadar sabunla yıkayın. Yıkama işleminiz için 30 saniye yeterlidir. Bunu günde birkaç kez yapmanız iyi olur. Tokalaşmak zorunda kalırsanız ellerinizi aynı şekilde yıkayın. Hatta bana sorarsanız gündemdeki salgını öne sürerek tokalaşmak istemediğinizi, karşınızdaki kişiye bunu kişisel olarak algılamaması gerektiğini söyleyin.
  • Sabunla yüzünüzü de aynı ellerinizi yıkadığınız gibi yıkayın.
  • Günde birkaç kez tuzlu suyla gargara yapın.
  • Sokaklardaki hayvanlarla ve doğadaki vahşi hayvanlarla temas etmekten kaçının.
  • Dışarıdayken (evinizin dışındayken) ellerinizi yüzünüze ve ağzınıza temas ettirmemeye çalışın. Bir şey yeyip içmeden önce ellerini sabunlu suyla mutlaka yıkayın.
  • Ülke dışına çıkmayın. Böyle bir planınız varsa erteleyin veya iptal edin. Ülke dışına bu sıralarda giriş çıkış yapan insanlarla temas etmekten kaçının.
  • Kalabalık yerlerden mümkünse uzak durun. AVM'lerden veya toplu taşıma araçlarından mümkün mertebe uzak durmaya çalışın.
  • Maske kullanımı konusunda çeşitli görüşler mevcut olsa da kalabalık ortamlarda maske kullanabilirsiniz. Maskenizi kendiniz de yapabilirsiniz. Mevcut durumu istismar etmeye çalışarak koronavirüse karşı etkili maske satışı yapanlar karşınıza çıkacaktır. Bu konuda ciddi anlamda bir bilgi kirliliği var.
  • Özetle belirtmek gerekirse, koronavirüs de dâhil olmak üzere burada en önemli nokta kişisel hijyene dikkat etmektir.
Koronavirüsle ilgili ciddi anlamda bilgi kirliliği söz konusu. Aynı zamanda doğru olması veya olmaması muhtemel birçok görüş de var. Bazıları komplo teorisi niteliğinde. Mesela dünya çapında nüfus azaltma operasyonu olması ihtimalinden tutun da durumun yükselişteki Çin ekonomisine darbe vurulması için bilerek piyasaya sürülmüş olma ihtimali de dâhil birçok farklı düşünce ortalıkta dolaşıyor. Biyolojik silah diyen de var, başka şeyler söyleyenler de var. Maske ticaretine giren de var, insanlarda panik yaratmaya çalışanlar da var.

Üstüne basa basa belirttiğim gibi, olay kişisel hijyende bitiyor.

Tüm insanlığa şimdiden geçmiş olsun.


2 Mart 2020 Pazartesi

VAKTİYLE BİR ÇAPSIZ VARMIŞ!

VAKTİYLE BİR ÇAPSIZ VARMIŞ!

Ne kadar PKK'lı varsa tokalaştın, ama Kılıçdaroğlu ile tokalaşmadın. Üstelik, şehit cenazesinde. 

Kılıçdaroğlu'nu günahım kadar sevmem. Ama sormadan edemiyorum: Askerlerimizin şehit olmalarının sebebi Kılıçdaroğlu mu? Daha dün Esad'a kardeşim diye hitap ederken bugün Suriye'yi işgal eden Kılıçdaroğlu mu? Türkiye'yi Ortadoğu batağına sokan Kılıçdaroğlu mu? Suriye'de ABD ve Rusya askeri hiç ölmedi, bizim 500'ün üstünde askerimiz şehit oldu, sebebi Kılıçdaroğlu mu? Peşinden gittiğin adamın oğulları askerlik yapmadı, Kılıçdaroğlu'nun oğlu aslan gibi askerlik yapmadı mı? Suriye'den mülteci adı altında gelip ülkemizi işgal eden serserileri Kılıçdaroğlu mu destekledi?

Sen harbi adam değilsin Bahçeli. Senin başında bulunduğun MHP'ye benden oy moy yok. Sen gerçek yüzünü gösterene kadar sana vermiş olduğum oylar da haram olsun.

Sen bu alemdeki en berbat siyasetçisin. HDP'liler bile seninle kıyaslandığında daha delikanlıdır.

Seni de anacaklar ileride. Diyecekler ki; "Vaktiyle bir çapsız varmış!"