Bu Blogda Ara

9 Ocak 2020 Perşembe

BİZİM ZAMANIMIZDA...

BİZİM ZAMANIMIZDA...

Anne-babaların çocuklarına bazen çok fazla haksızlık yaptıklarını düşünüyorum. Çocuk derken, kabaca "ergenlik dönemi" olarak adlandırabileceğimiz 14-18 yaş aralığındaki gençlerimizden bahsediyorum.

Anne-babaların ve öğretmenlerin çoğuna göre gençler "amaçsız, şiddet eğilimli, yalancı, bilinçsiz, teknoloji bağımlısı, asosyal, sorumsuz, saygısız" olarak görülüyor. Çevremdeki anne-babalarla ve öğretmenlerle görüştüğümde, gençlerle ilgili genel kanılarının bu şekilde olduğunu görüyorum.

Anne-babalar ve öğretmenler gençleri "amaçsız, şiddet eğilimli, yalancı, bilinçsiz, teknoloji bağımlısı, asosyal, sorumsuz, saygısız" olarak nitelendirirlerken onları sürekli kendi gençlikleriyle kıyaslıyorlar.

"Biz böyle değildik!" diyorlar. "Bizim zamanımızda..." diye cümlelerine başlıyorlar. Doğrudur. 2020 yılı itibarıyla 42 yaşındayım. Benim yaşımdaki insanların çoğunun 15-16 yaşında çocukları var ve çocuklarını sürekli eleştirme eğilimi içindeler.

Ben duruma başka bir açıdan bakmak istiyorum.

Kimse kusura bakmasın, bu konuda gençlerden yanayım.

Evet, anne-babaların ve öğretmenlerin dediği gibi biz böyle değildik! 

Bizim zamanımızda her şey daha farklıydı.

Biz ortaokuldan sonra -eğer askerî okullara falan gitmeyi düşünmüyorsak- herhangi bir yerleştirme sınavı yaşamadan liseye kaydımızı yaptırırdık. Bizim zamanımızda liseler düz lise, imam-hatip lisesi, güzel sanatlar lisesi ve meslek lisesi gibi birkaç çeşitten ibaret idi. Yani şimdiki gibi nitelikli lise, niteliksiz lise, fen lisesi, sosyal bilimler lisesi, bilmem ne meslek lisesi diye bir sürü kategoriye ayrılmamıştı okullar. Okulların bu denli çeşitlendirilmesinin ve eğitim sisteminin tıkanarak okulların işlevlerinin bitme noktasına gelmesinin en önemli sebeplerinden biri adına zorunlu eğitim-öğretim dedikleri şeydir ama bu bir başka yazının konusu. Belki daha sonra buna değinirim. Her neyse, konuya döneyim. Şimdiki gençler, özellikle de 8. sınıfa giden gençler inanılmaz şekilde acımasız bir yarışın içindeler. Sabahtan akşama kadar okuldalar, okuldan sonra etüt merkezlerine gidiyorlar. arka arkaya deneme sınavlarına giriyorlar, başkalarıyla kıyaslanıyorlar, bunalıma giriyorlar. Hayatlarının bundan sonraki aşamaları, 8. sınıfta girecekleri sınava bağlı. Bu durum gençlerimiz için inanılmaz derecede büyük bir kötülük.

Biz sabahtan akşama kadar sokakta oyun oynardık. Akşam ezanı okunmadan eve girdiğimi hatırlamıyorum. Karnımız acıktığında, annemiz de evde yoksa komşu teyzenin kapısını çalıp karnımızı doyururduk. Hiç kimsenin aklına da kötü bir şey gelmezdi. Şimdiki gençlerin ise böyle bir şansları yok. Çocuk istismarı, çocuk kaçırma, madde bağımlılığı, sokaklarda bin türlü serserinin var olması gibi durumlardan dolayı anne-babalar çoğu zaman çocuklarını eve hapsediyorlar. Bu belki de bahsettiğim sebeplerden dolayı zorunlu olarak meydana geliyor. Yani gazetelerde sürekli cinsel istismar, çocuk kaçırma, torbacı olarak nitelendirilen uyuşturucu satıcılarının çocuklara musallat olmaları ile ilgili haberler çıkıyor. Doğal olarak, anne-babalar da çocuklarıyla ilgili aşırı korumacı veya kontrolcü bir tavır almak zorunda hissediyorlar. Gençler genelde evde zaman geçiriyor. Eve kapanan genç, eğlenme ve oyun oynama ihtiyacını akılı telefon veya tabletle karşılıyor. Bu da beraberinde teknoloji bağımlılığını getiriyor.

Bizim zamanımızda okul forması diye bir şey vardı. Bir sınıfta zengin ve fakir ayrımı yoktu. Belediyenin temizlik işçisinin çocuğuyla kaymakamın çocuğu aynı sınıfta aynı sırayı paylaşırdı ve aralarında hiçbir fark olmazdı. Şimdi ise çoğu okulda öğrenciler serbest kıyafetle okula geliyorlar. Bir öğrenci markalı ve pahalı giysiler giyiyorken en yakın arkadaşı pazardan alınma ucuz ve markasız giysiler giyiyor. Bu da ister istemez bir ayrıma, yaftalanmaya, dolayısıyla derin problemlerin temelinin atılmasına neden oluyor.

Bizim zamanımızda evde genelde sadece baba çalışırdı. Evin geçimini baba sağlardı. Devletimizin ekonomisi hep kötüydü ama bizim zamanımızda sadece baba çalışırdı, en az iki çocuğun ve eşinin geçimini sağlardı. Üstelik, birikim de yapardı ve ev de satın alırdı. Şimdi baba çalışıyor, anne çalışıyor, evin büyük çocuğu çalışıyor. Birikim yapamadıkları gibi bir de türlü türlü borcun içinde boğuluyorlar. Kredi borçları, kredi kartları vesaire... Bu durum elbette genç insanın her şeyini derinden etkiliyor.

Bizim zamanımızda iki tane televizyon kanalı vardı. İkisi de devlete ait idi. Reyting diye bir şey yoktu ortalıkta. Reyting olmadığı için televizyon kanallarının birbiriyle yarışması gibi bir durum da söz konusu değildi. Dolayısıyla televizyonda sırf ilgi çekmek için ahlâksızca içerikler barındıran programlar, millî değerleri sarsan programlar, şiddet içeren programlar yoktu. Güzel televizyon dizilerimiz vardı. İnsanların birbirleriyle güzel konuştuğu, kimsenin kimseye bağırmadığı, kadına şiddetin hiçbir şekilde olmadığı, silahlı çatışma sahnelerinin olmadığı, aldatma olaylarının olmadığı dizilerimiz vardı. Perihan Abla vardı, Bizimkiler vardı, Süper Baba vardı, Mahallenin Muhtarları vardı, Yedi Numara vardı. Şimdi ne var? Kurtlar Vadisi'ne kızıyorduk, Çukur diye bir dizi çıktı ortaya. Kan gövdeyi götürüyor. Silahlı çatışmalar, küfürler vesaire... Bunları izleyen gençlerin içinde çok ciddi anlamda şiddet duygusu oluşuyor.

Yani özetle biz çok şanslıydık.

Şimdiki gençler bizim kadar şanslı değiller.

Bizim zamanımızda her şey çok kolaydı.

Şimdi her şey çok zor.

Ben şu anki kuşak çatışmasına bu açıdan bakıyorum. Ve gençleri eleştirirken bu konuların dikkate alınmasını istiyorum.